Bir el dokunmuştu sağ omuzuma, bunu hissetmiştim. Sanki Tanrı'nın eliydi. Artık biliyordum. Bir şey bildiğimi biliyordum. Yeni bir şey bildiğimden çok emindim ve bir şey olmuştum. Nasıl bildiğimi bilmiyordum ama olsun biliyordum. Nasıl bildiğimin ne önemi vardı ki? Biliyordum işte. Ve bildiğim için de bir şey olmuştum. Artık başka biriydim. Nasıl biri olduğumu tarif edemem ama işte başka biriydim. Bana artık sen bir ‘’ Militansın’’ dediklerinde o olduğuma inandım.
Öyle hissediyordum. Öyle nefes alıyor, öyle yürüyor ve öyle uyuyordum. Bunun gerçek olduğuna sizi başka türlü nasıl ikna edebilirim? Yemek yerken, konuşurken oydum işte. Daha ne olsun. Bir sözcükle hayatım değişmişti. Tek sözcükle. Sen artık bir Militansın. Aha şimdi huzurunuzda tekrar yemin ediyorum, o gün çok gururluydum ve o gururdan asla şüphe etmedim. Nasıl şüphe edebilirdim? Kürtçenin içinde, önce sadece Kürt’tüm, sonra Kürtçe'nin içinden geçerek, Türkçeleştim ve nihayet Türkçe'nin içinde Kürtlüğümü yeniden keşfettim.
Paslı bir yılanın burkularak deri değiştirmesi gibi, durmadan değişiyordum ve bu nefes kesici hız hoşuma gidiyordu. Bunun tam olarak ne anlama geldiğini idrak etmesem bile, ruhumun bu döngüden çok hoşlandığını hatırlıyorum. On yedi yaşındaydım ve hayatın sırrını keşfetmiştim. Artık hayatın bir anlamı vardı. Bu anlamın ne anlama geldiğini bilmesem bile, bunun anlamlı bir şey olduğunu hissediyordum.
Hepimiz Kürt’tük. Bütün Batman Kürt’tü. Sokağın solundaki komşu da Kürt’ü sağındaki komşuda. Birinci cadde boydan boya Kürt’tü, Tekel Mahallesi de. Ve biz her gece duvarlara Türkçe ‘’ Kürtlere özgürlük’’ yazılarını yazıyorduk. Mutluyduk. Kendimize kavuşmuştuk. O kadar mutluyduk ki, herkesin Kürt olduğu bir yerde, duvara Türkçe ‘’ Kürtler Özgürlük’’ yazmanın yaman bir çelişki, çok ham bir vaziyet olduğunu idrak edemiyorduk.
Zaman hızla akıyordu. Daha doğrusu zaman buharlaşıyordu. Kaç vakit sonra oldu şimdi tam hatırlamıyorum ama birden bire kim olduğumuzla ilgili bir tartışmanın içinde bulduk kendimizi. Kürtler sömürge mi yoksa ezilen ulus mu? Tanrım! Bir keklik sürüsünün ortasına sıkılan bir kurşun sonrasının yarattığı, dehşet gibi, nasıl da dört bir yana dağıldık. Henüz bu büyük tartışmaya bir çözüm bulamamışken, İman ettiğimiz Sovyetlerin Emperyalist olduğu şüphesi şehrin sokaklarında dolaşmaya başladı. Durun yahu, daha sömürge mi değil mi bahsini aydınlatmadık, ne aceleniz var diyemeden, Sovyetler bahsinde Emperyalizmin yanı sıra bir de revizyonist olabileceği kuvvetle söylenmeye başladı.
Hala bildiğimi biliyordum ama artık yalnız olmadığımı da hissediyordum. Çünkü eski mutlu günler geride kalmış, yumruklar sıkılmaya başlamıştı. Birden bire konuşma faslından kavga faslına sürüklenmiştik. Piyasaya her gün yeni birileri giriyordu ve o birilerinin ağzında her şey kavga olarak tarif ediliyordu. Davadan kavgaya terfi etmiştik.
Kavga kaçınılmazdı artık.İlk silahlar patladığında tarife bacaktan vurmaktı. Çok iyi hatırlıyorum, 1977’den 1980 yılına kadar, benim de iman ettiğim davadan 39 arkadaşım bacaklarından silahla vuruldu. Maalesef bu furyadan bende kaçamadım ve Batman lisesi avlusunda her iki bacağımda dört kurşun yarasıyla terfi edildim. Bu yetmemiş olacak ki, iyileşmemin hemen akabinde tekrar iki yerden bacağımdan tekrar kurşunlandım.
Özgürlüğü unutmuştuk, eşitliği de adaleti de. Birbirimize düşmüştük. Daha doğrusu karanlık bir el bizi ustaca birbirimize düşürmüştü ve biz bunun farkına varamamıştık. Sıkıyönetimin ilanından sonra herkes gibi bende tutuklandım. Hapishanede bir ara rahatsızlandım. Bütün hapishaneler özellikle de Diyarbakır’da olanlar 7. Kolordu sınırları içindeydi ve hepsi de askeri hapishaneydi. Bir nolu, iki nolu, üç nolu dört nolu olarak adlandırılıyordu. Sonra da şehri içinde bağlarda yapılan hapishaneye 5.nolu denilmesinin nedeni de budur.
Rahatsızlandığım için adı revir olan cezaevi doktoruna götürüldüm. Orada sıra beklerken, Bucak Aşiretinin reisi Mehmet Celal Bucak ile karşılaştım. Daha doğrusu o benim kaldığım tarafa yönelince, ben fırsatı değerlendirdim ve hal hatır sordum. Kuyruk uzundu ve sohbet etmek de en iyi ilaçtı. Konu Siverek olaylarına gelince aynen şöyle söyledi; ''Ben aşiret divanını topladım ve dedim ki, talebeler (Apocular) aşiret değil, bunların kim olduğunu bilmiyoruz. Bunlar sivrisinek gibidirler, her yerden çıkabilir her yere girebilirler. O nedenle biz onlarla savaşmayacağız. Ne istiyorlarsa vereceğiz. Paraysa para, malsa mal. Ama inan yeğenim, bütün çabalarıma rağmen karanlık bir el bizi karşı karşıya getirdi ve o felaketler yaşandı.’’
12 Eylül darbesinin diğer bütün darbeler gibi önceden planlandığını biliyoruz. Büyük şehirlerde sağ sol çatışması kolayca organize edildi. Anarşi var diye de halkın gözü korkutuldu. Ama Kürt şehirlerinde sol vardı, sağ yoktu. Durum bu olunca sol ile solu karşı karşıya getirerek, Kürt şehirlerine de anarşinin egemen olması sağlandı. Ve nihayet 12 Eylül günü plan hayata geçti.
Yeni Journal’da yayımlanan köşe yazıları, yazarların kendi görüşlerini yansıtmaktadır. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlara aittir.