Tarihin Taş İşlendiği Kadim Kent: DİYARBAKIR
“Dicle’yle Fırat arasında
İpekten sedirlerinde Kur’an okunan
Açık pencerelerinden gül dolan
Güneşin beyaz köpüklerinde yanmış
Bir şehir bir eski kanatlar ülkesi.
Gündüzde bile
Bir toz var yaz yarasalarından,
Bir akrep kabartması surlardan Asur’dan
Güneşi bir taş gibi fırlatan
Dicle’nin köpüklü dudaklarından
Dicle saralarından
Aslan başlı çeşmelerden
Taçlı güneşli aslan heykellerinden”
…
(Gün Doğmadan/ Sezai Karakoç )
Kadim Kentin Tarihi
Ibn Haldun söylemiştir : “Coğrafya Kaderdir”… Diyarbakır, bu sözü tartışmasız doğrulayacak en ilginç kentlerden biridir. Bir zamanlar Anadolu’nun ilim ve fikir merkezi olup sinesinde sakladığı on bin yıllık tarihi ile eski çağlara ait çeşitli eserlere ev sahipliği yapan Diyarbekir şimdi ki konumu ile maalesef birçok konuda geriledi. Örneğin genç aktif bir nüfusa sahip olan bu şehrin futbol takım süper lig ve 1.ligte yok. Yani şehrin son yıllarında çalışma ve başarılarına baktığımızda, istatistikler Diyarbakır’ın bilim, sanat, spor, eğitim, üniversiteye yerleşen öğrenci sayısı ve iller bazındaki sıralamaya baktığımızda maalesef hep gerilediğini görüyoruz.
Peki bu Kadim kent ve gerçekten köklü bir tarih barındıran Mezopotamya ile Anadolu medeniyetlerinin geçiş bölgesinde olan Mezopotamya’nın kalbi Diyarbakır. Diyarbakır'ın köklü tarihi 12.000 yıl önceye uzanıyor. Son yıllarda kentin Bismil ilçesinde yapılan arkeolojik çalışmalar sonucunda, M.Ö. 10.400-9250 yıllarında “KörtikTepe”de ve Mardin yolu üzeri Zerzevan kalesinde yerleşik hayata geçildiği ortaya çıkmıştır. Diyarbakır geçmişten günümüze bir çok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Bu uygarlıkların bazıları; Hititler, Asurlar, Hurriler, Bizans, Romalılar, Persler, Mediler, Mitanniler, Araplar, Selçuklular, Medler, Osmanlı İmparatorluğu'dur…
Bu kadim coğrafyada yer altı ve yer üstü cevherlerle dolu şehrin tarihine baktığımızda çok sayıda bilim, sanat, spor, kültür ve düşünce insanı yetiştirmiştir. ‘Otuz Beş Yaş’ şiiri ile buruk duyguların şairi Cahit Sıtkı Tarancı, eşsiz benzersiz ‘Mona Roza’sıyla Sezai Karakoç, hepimize ‘hasretinden prangalar eskiten’ Ahmed Arif, Divan Edebiyatı’nın büyük ismi Nesimi, şehirdeki tiyatro sahnesine adını veren usta tiyatro yazarı Orhan Asena, ünüyle her şehrin bir caddesine adı verilmiş Ziya Gökalp, doğduğu büyüdüğü toprakları ve çok kültürlülüğü en içten duygularla anlatan Mıgırdiç Margosyan, bu toprakların yetiştirdiği en büyük hattatlardan Hamid Aytaç, robotik biliminin icatcısı büyük mucit El-Cezeri, billur sesli sanatçı Celal Güzelses, Süleyman Nazif, Ali Emri, Ahmet Hani, Esma Ocak ve daha niceleri…
Başım gözüm üstüne (Ser seremin ser çavemin). Diyarbakır insanını anlatan bu sözler Diyarbakırlılar tarafından çok kullanılır, kentin eski çağlardan günümüze kadar sinesinde çok farklı din, dil, ırk, kültür biriktirdiğini, Diyarbakır’ın her bir ilçesinin dahi sayısız kültür envanterine ev sahipliği yaptığını, Diyarbakır’ın Surlar ve gri bazalt taşlı evlerden ibaret olmayıp bir medeniyetler beşiği olduğunu ve çok sayıda bilim ve düşünce insanı yetiştirdiğini biliyoruz. Bu kadim ve büyük kentin inşasında nitelikli bir toplum anlayışında memleket ve halk için derdi olan, hizmet etmek isteyen, aydınlık geleceğimizin asıl sahibi olan yetenekli gençlere yol açmak ve yol olmak isteyen, gençlere ve geleceğe sahip çıkmaya yatırım yapmaya kültürümüzü yaşatmaya geçmiş ile gelecek arasında köprü inşa etmek için bir araya gelip, bir arada ilerleyip ve bir arada bu kent için dertlenen ve çalışan bir grup seferberlik ilan etmelidirler.
Bu grup ekip ruhu ile hareket ederek SEFERBERLİK ilanı ile Diyarbakır tekrar küllerinden doğup daha önce yetiştirdiği, gurur duyduğu, bilim, kültür, sanat, spor ve düşünce insanına yenilerini ekleyecektir. Diyarbakır ruhunun Diyarbekir ruhu ile yoğrulması temennisi ile…
“İstanbullu olmak, Diyarbakırlı olmak mesele değildir. İnsanda ince bir zevk olduktan sonra... bir köyde, bir kulübede bile doğmuş olsa her yerde ve her zaman kendini gösterir ve alkışlattırır. Onun için İstanbullu olmaya filan heves etme. Diyarbakırlı olduğunu istersen âleme ilan et...İstanbul çok güzel Nihal... Fakat içinde doğup büyüdüğümüz Diyarbakır daha güzeldir... Oranın topraklarında bize yakınlık var. Oranın taşları bize karşı hissiz değildir. Oranın havası ciğerlerimizi iftiharla şişirecek ne de olsa temiz, öz havamızdır. Oranın suları ancak bizim hararetimizi söndürebilir. O muhit içinde ancak biz varlığımızı gösterebiliriz. Ancak Diyarbakır denen yerde, yaşamanın ulviyetini kavrayabiliriz... Diyarbakır’ı sevmek bir vazife ve hem de ihmal edilmeyecek mukaddes bir vazifedir.”
Cahit Sıtkı Tarancı, Ocak 1931, kardeşine yazdığı mektuptan*
(Yeni Journal’da yayımlanan köşe yazıları, yazarların kendi görüşlerini yansıtmaktadır. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlara aittir.)