İskenderiye'de babasının postane görevlisi olduğu yoksul bir mahallede doğdu. İsmi Cemal Paşa'ya atfen verilmiştir. Ortöğrenimini Kahire'deki amcasının yanında tamamladı. Bu arada İngiliz karşıtı sokak gösterilerine katıldı. Kısa bir süre hukuk okuduktan sonra 1937'de Kraliyet Askerî Akademisi'ne girerek 1939'da mezun oldu. Sudan'daki Mısır ordusunda görev yaparken arkadaşlık kurduğu üç subayla (Zekeriya Muhiddin, Abdülhakim Amir ve Enver Sedat) birlikte İngiliz egemenliğine ve krallık yönetimine son vermeyi amaçlayan gizli Hür Subaylar Hareketini kurdular. I. Arap-İsrail Savaşı'nda (1948-1949) Filistin'de çarpıştı.


Cemal Abdünnâsır 1949'da Hür Subaylar Hareketi'nin kurucu üyeleri arasında yer aldı, 1951'de yarbaylığa yükseldi. Savaşın ardından baş gösteren siyasi bunalım ortamında, Hür Subaylar Hareketi 23 Temmuz 1952'de darbeyle yönetime el koydu. Orgeneral Muhammed Necib'in devlet başkanlığına getirilmesine karşın, gerçek iktidar Nasır'ın denetimindeki Devrimci Komuta Konseyi'nin eline geçti. Ocak 1953'te siyasi partiler kapatıldı ve Özgürlük birliği adlı yeni bir parti devlet içinde çekirdek örgütler kurdu. Haziran 1953'te Cumhuriyet ilan edildi ve İngilizlerle Süveyş Kanalı bölgesinin boşaltılmasını öngören bir antlaşma imzalandı. 1954 ilkbaharında Necib'in görevden alınmasına yol açan iç çekişmelerden sonra perde arkasındaki konumundan çıkarak başbakanlık görevini üstlenen Nasır, en güçlü muhalefet odağı olan Müslüman Kardeşler'i sindirerek konumunu pekiştirdi. Ocak 1956'da tek partili siyasi sisteme dayalı yeni anayasayı yürürlüğe koydu. Haziranda da tek aday olarak, oyların yüzde 99,95'ini alarak cumhurbaşkanı seçildi.

Bandung Konferansı'na (1955) katılarak Yugoslavya devlet başkanı Josip Tito ve Hindistan başbakanı Cevahirlal Nehru ile birlikte bağlantısızlar hareketinin önderleri arasında yer alan Nasır önceleri ılımlı bir dış politika izlemeye özen gösterdi. Ama Birleşik Krallık ve ABD'nin, Asvan Barajı projesinin finansmanından vazgeçmesi üzerine gerekli kaynağı sağlamak için Süveyş Kanalını millileştirme yoluna gitti. Ekim 1956'da İsrail, Fransa ve Birleşik Krallık'ın giriştiği ortak harekâtla başlayan Süveyş Bunalımı sırasında, İsrail'in Sina Yarımadasını Şarmü'ş-Şeyh'e kadar işgal etmesine ve Mısır Hava Kuvvetleri'nin ağır bir darbe yemesine karşın, ustaca manevralarla dış müdahaleyi boşa çıkardı. Arap dünyasındaki saygınlığını artıran bu olayın ardından daha radikal bir çizgiye yöneldi. 1958 başlarında Mısır ve Suriye'nin Birleşik Arap Cumhuriyeti adı altında birleşmesine öncülük etti. Suriye'nin 1961'de birlikten çekilmesini Arap ülkelerindeki rejimlere bağlayarak Arap dünyasındaki devrimci hareketleri etkin biçimde desteklemeye başladı. Ertesi yıl Arap Sosyalist Birliği'ni kurdu.

Nasır, Mısır'ın sosyalist ülkelerle yakınlaşmaya girdiği bu dönemde özellikle Sovyetler Birliği'nin teknik ve mali yardımıyla geniş çaplı bir kalkınma hamlesi başlattı. Asvan Barajı'nı tamamlama (1968), sanayileşmeyi hızlandırma ve köylüleri topraklandırma gibi başarıların yanı sıra kadınların haklarını genişletme ve eğitimi yaygınlaştırma gibi önemli adımlar attı. Bu arada kendi kişisel otoritesinde odaklanan ve siyasi muhalefeti etkisiz kılan sıkı ve baskıcı bir devlet mekanizması yarattı.

Nasır'ın aynı dönemde İsrail'e karşı militan bir tutum takınması, Mısır'ın Ortadoğu sorununa daha yakından karışmasına ve silahlanmaya geniş kaynaklar ayırmasına yol açtı. Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger Nasır dönemi Mısır dış politikasını şöyle yorumlamaktadır: "Nasır, İsrail ile gerçek bir barış yapsaydı, yani bir arada yaşamaya razı olsaydı, Arap dünyasındaki liderlik iddiasını kaybederdi".[2] Mısır birliklerinin Yemen'deki iç savaşta (1962-1970) cumhuriyetçilerin yanında çarpışmasıyla ABD ile ilişkileri gerginleşti. Önceleri İsrail sorununu Arap dünyasında birliği sağlamanın amacı olarak gören Nasır, 1967'de Sina'ya kuvvet yığdı. 22 Mayıs 1967'de, İsrail'in Eilat'a deniz erişimi olan Tiran Boğazı'nın tüm İsrail gemilerine ve İsrail’e gitmekte olan diğer gemilere kapalı olduğunu ilan ederek, Akabe Körfezini ulaşıma kapattı, böylece İsrail'le açık çatışmaya yöneldi. Bunu izleyen Altı Gün Savaşı'nda (5-10 Haziran 1967) erken davranan İsrail'in Mısır uçaklarını yerdeyken yok etmesi ağır bir yenilgiyi getirdi. 9 Haziran'da, Nasır bütün sorumluluğu üstlenerek canlı yayında gözyaşları içerisinde istifa ettiyse de yaygın kitle gösterileri nedeniyle ertesi gün kararını geri aldı. Savaş sonrası dönemde radikal çizgisinden giderek uzaklaştı.

23 Temmuz 1969'da, İsrail'e karşı bir yıpratma savaşı açtığını ilan etti. Bununla birlikte Nasır, temmuzda bir ateşkes düzenlenmesini öngören Rogers Planı'nı kabul etti ve 7 Ağustos'ta bu plan, Süveyş Kanalı boyunca yürürlüğe girdi. Bunun üzerine, Mısır'ın Sudan ve Libya ile ilişkilerini güçlendirmeye girişti ve Araplar arasında çıkan birçok anlaşmazlığa aracı olarak müdahalede bulundu; 27 Eylül 1970'te yeni bir Ürdün-Filistin çatışmasına son vermeyi başardı. 28 Eylül 1970 tarihinde saat 17:16 sularında bir kalp krizinden dolayı yaşamını yitirdi.

Arap milliyetçiliğinin yükseldiği ve Üçüncü Dünya'da radikal arayışların güçlendiği bir dönemde büyük yankı uyandıran Felsefetü's-Savra (1956; Devrimin Felsefesi) adlı yapıtı, Nasır'ın Arap Birliği konusundaki coşkulu düşüncelerini içerir. Cemal Abdünnâsır döneminde, kırsal kesimlerden gelenler için Başkent Kahire’nin Kadim Kahire (Eski Kahire) bölgesinde bulunan Ölüler Şehri’nde oturum izni verildi.