Başkanlık sisteminin oylandığı 2017 referandumundaki ‘mühürsüz oy’ skandalına ilişkin yargı süreci tartışılmaya devam ediyor. Bugün “Atilla Kart niye yalan söyledi?” başlıklı bir yazı yazan gazeteci Fatih Altaylı’ya, yazıdaki muhatabı Atilla Kart’tan “Fatih Altaylı neden yalan söyledi?” başlıklı bir yanıt geldi.
Altaylı, bugünkü yazısında Atilla Kart’ın “CHP Anayasa referandumundaki hukuksuzlukları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürmemi istemedi” olarak özetlenebilecek bir açıklama yaptığını söyleyerek, “Pek çok çoğunuz gibi ben de buna inandım ve bunu CHP yönetimi açısından kuşku verici bir durum olarak gördüm. Ancak ilginçtir, o dönemde genel başkan yardımcılığı görevinde bulunan Bülent Tezcan dün bir mektup gönderdi. Ve Atilla Kart’ın alenen yalan söylediğini, o dönemde CHP yönetiminin YSK’nin bu kararına karşı tüm yargı yollarını kullandığını ve AİHM’e de başvurduğunu belirtti” diye yazdı.
Altaylı, söz konusu yazısında, “Doğrusu Atilla Kart’ın bu kadar çabuk ortaya çıkacak bir yalanı nasıl söylediğini ve niye söylediğini anlamadım” ifadesini de kullandı.
Altaylı’nın bu yazısı üzerine, Atilla Kart’tan aynı başlıkla bir yanıt geldi. Kendi açtığı dava ile CHP Genel Merkezi’nin açtığı davanın farklı davalar olduğunu söyleyen Kart, “Davanın güçlü bir dava olduğunu, ağırlık verilmesi gereken bir dava niteliğinde olduğunu; Genel Merkez ve Hukuk İşleri Sorumlusunun ‘öngörüsüz, sorumsuz, kişisel ve siyasi kaygı ve çıkarlarla’ başvurumu engellediklerinin altını çiziyorum” dedi.
Atilla Kart, yaptığı açıklamayı Altaylı’nın yayınlamasını ve kendisinden özür dilemesini istedi.
Kart’ın yanıtının tamamı şöyle:
''Fatih ALTAYLI'nın, "Atilla KART Neden Yalan Söyledi?" başlıklı, "gazeteciliğin temel ilkeleriyle" bağdaşmayan, "gerçek dışı" bilgiler içeren yazısı nedeniyle, kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi için bu açıklamanın yapılması gereği doğmuştur.
Temmuz 2017'den bu yana, bu konuda kamuoyuna yaptığım açıklamaları bir kez daha özetliyorum.
20 Nisan 2017'de, mühürsüz oylar konusunda görüşmek için Sn. Genel Başkandan randevu aldım. Saat 19:00 civarında 1 saat süren görüşme yaptım. Görüşmede, Seçim ve Hukuk İşlerinden sorumlu Genel Bşk. Yard. Bülent TEZCAN da vardı.
Görüşmede; Partinin de bu yönde hazırlıkları olduğunu, Referandumun iptali için AİHM' e başvuru çalışmalarının yapıldığını ifade ettiler. Ben; AİHM'nin, Referandum ihlallerine yönelik talepleri incelemediğini, Yasama Organı seçimine yönelik ihlalleri incelediğini, bu nedenle bu gerekçeyle yapılacak başvurunun sıkıntılı olacağını ifade ettim. Takdir ve değerlendirmenin Genel Merkeze ait olduğunu söyledim. CHP adına, bu gerekçeyle dava açıldı, dava 30 Kasım 2017 tarihinde red ile sonuçlandı.
Benim açmama karar verilen ve mutabık kalınan dava ise; YSK'nın, saat 16:10' da tesis ettiği ve mühürsüz oyların geçerli sayılmasına yönelik olan "idari işlemin iptali " hakkındaydı. Bu davanın yasal gerekçelerini bir saat boyunca anlattığım Genel Başkan tatmin oldu, "Senin, Partimiz adına açmak istediğin davanın konu ve sebebinin farklı olduğunu anladım, bu nedenle bu konuda Sana özel vekalet vereceğiz" dedi. Bülent TEZCAN da bu değerlendirmeye iştirak etti. Bu nedenledir ki, ertesi gün- 21 Nisan' da sabah saatlerinde Genel Başkan Yardımcıları Haluk KOÇ ve Tekin BİNGÖL, CHP adına, Tarafıma vekaletname verdiler.
İç hukuk yollarından sonuç alınamayacağı zaten belliydi. Tarafımdan yapılan başvurunun temel gerekçesi; Türkiye' de, artık kritik davalarda "adalete erişimin" mümkün olmadığı, bu nedenle de "iç hukuk yollarının" işlevini kaybettiği, AİHS'nin 6 ve 13. maddelerinin işlevini kaybettiği konularında yoğunlaşmıştı. Danıştay aşamasını 45 günde bitirdim.
Akabinde, AİHM başvurusu için hazırladığım ve yukarıda anlattığım gerekçelere dayalı olan 45 sayfa dilekçe metnini, 250 sayfa dayanaklarını içeren klasörü, Adalet Yürüyüşünün 3. gününde, akşam saatlerinde Kızılcahamam'da yürüyüş sonrası karavanda dinlenmeye çekilen Genel Başkana sundum.
Genel Başkana 1 saat boyunca gelişmeleri anlattım. Genel Başkan ile istişare ettik. Görüşme esnasında dönemin Özel Kalem Müdürü Tuncay CEYLAN da zaman zaman bulundu. Genel Başkana, zamanı kullanabilmek amacıyla davayı Strazburg'da doğrudan açmak istediğimi, bu nedenle sadece uçak bileti talebinde bulunduğumu, konaklama konusunda hemşehrilerimin yardımcı olacağını söyledim.
Partimden, ücret ya da benzeri adlarla herhangi bir talebimin hiçbir zaman söz konusu olmadığını da yeri gelmişken ifade ediyorum. Doğal olanı da budur.
Genel Başkan, uçak bileti için hemen talimat vereceğini söyledi. 2- 3 gün sonraya da Genel Merkez tarafından bilet alındı. Hazırlıklarımı tamamladım, ancak uçuştan 1 gün önce sırasıyla Haluk KOÇ, Tekin BİNGÖL ve Bülent TEZCAN doğrudan Beni arayarak, "Genel Başkanın AİHM' e Partimiz adına gitme, Kendi şahsın adına git..." diye mesaj ve talimat verdiğini söylediler. Her 3'üne de "Bana gerekçe söyleyin, Bana verilen görev ve talimat çerçevesinde 10- 12 ayda bitecek iç hukuk yolunu 45 günde bitirdim. Bu davayı CHP adına açtığıma göre AİHM' e de CHP adına götürmem gerekir." diyerek ve sert ifadelerle tepkimi dile getirdim.
Bu gelişmelerden sonra Genel Başkanı aradım. Genellikle telefonlarıma uygun olduğunda dönüş yapan Genel Başkana 1 gün boyunca ulaşamadım. Tablo anlaşılmıştı.
Yaşadığım travmayı anlatmama gerek yok...
Anlatımını yaptığım bu süreci Temmuz 2017'den bu yana, en başta Sn. Yalçın DOĞAN'ın makaleleri ve akabinde diğer yol ve yöntemlerle kamuoyuyla paylaştım. En son 4- 5 günden bu yana da muhtelif Youtube ve televizyon bağlantılarında dile getirdim.
Görüldüğü gibi; CHP adına Benim açtığım dava ile, CHP Genel Merkezinin Kendi uhdesinde açtığı davanın "konusu ve sebebi" farklıdır. "Ben, CHP dava açmadı." demedim. Tüm aşamalarda, "benim CHP adına açtığım dava engellendi." dedim.
Bu nedenlerle, bu süreci yukarıda bir kez daha özetleme gereğini duydum. Davayı, Strazburg' da "Atilla KART" adına götürmek zorunda kaldım. AİHM nezdinde en üst düzeyde yaptığım görüşmelerde; .... Davanın CHP adına sürdürülmesi gerektiği, davanın hukuki yönden güçlü bir dava niteliğinde olduğu.... Tarafıma ifade edildi.
Elbette, hukukçu olmanın dikkat ve sorumluluğuyla ifade ediyorum. "Davadan mutlaka sonuç alacaktım" demedim, demiyorum. Ancak davanın güçlü bir dava olduğunu, ağırlık verilmesi gereken bir dava niteliğinde olduğunu; Genel Merkez ve Hukuk İşleri Sorumlusunun "öngörüsüz, sorumsuz, kişisel ve siyasi kaygı ve çıkarlarla" başvurumu engellediklerinin altını çiziyorum. Bu kişisel ve siyasi çıkarların neler olduğunu bir gazeteci olarak merak ediyorsan ayrıca bilgi verebilirim.
Maddi ve yasal dayanakları içeren bu açıklamalarımdan sonra, "Fatih ALTAYLI Bey'in", gazeteciliğin temel ilkeleriyle bağdaşmayan ve "çirkin suçlama" niteliğinde olan yazısına geliyorum.
Sn. Fatih ALTAYLI; hadi bir gazeteci olarak, Temmuz 2017' den bu yana yaptığım açıklamaları takip etmedin. Son 4-5 günde meydana gelen açıklamalar üzerine geriye dönüp, geçmişe yönelik araştırma da yapmadın. Gazeteciliğin temel ilkesi olan "fikri takibin de" gereğini yapmadın.
Hiç olmazsa, bu aşamada, Bülent TEZCAN'ın Size gönderdiği açıklama üzerine, yazını kaleme almadan önce "bir zahmet" Beni arayıp, Bülent TEZCAN' ın baştan sona "gerçek dışı bilgiler içeren" ve karambol ortamı içinde bilgi kirliliği yaratmaya yönelik beyanlarına karşı, ne diyeceğimi neden sormadın?
Gazeteciliğin bu temel kuralını neden ve ne uğruna ihlal ettin? Kimin/ Kimlerin sorumluluğunun üstünü örtmek için yazdın?
Hem yalan söyledin ve hem de kamuoyunu yanlış bilgilendirdin Fatih ALTAYLI...
Cevap hakkı ve kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi için, bu açıklamamı sahip olduğun zeminlerde "aynen" yayınlamalısın...
Yetmez, Kamuoyu huzurunda "özür" dilemelisin...
Bu açıklamamın, kişilik haklarıma "haksız saldırı" niteliğinde olan çirkin yazına, "mütenasip" bir cevap olduğunu da vurguluyorum...''