Tüm insanlara özgü olsa da özellikle lider konumunda olanların egosal zihninde rekabet ve ihtiras güdüsü bir anda toplumsal taşkınlıklara sebep olabilmektedir. Herkesin hatası ve davranışı unutulsa da özellikle siyasetçinin hatası seçmen nezdinde bir yere yazılır ve unutulmaz. Öyle ise bulaşanın kurtulamadığı, toplumun hatasını unutmadığı siyaset ve siyasetçi neyin nesidir?
Bence siyaset, zihne girip çıkmayan, çıkar peşinde koşuşturan bir virüstür. Bugünkü dünyada konuşlanan siyaset, gelişmiş ülkelerde uyku ilacı, gelişmekte olan ülkelerde karmaşık bir umut, geri kalmış ülkelerde de baştaki güçlünün ve çevresinin dünyalık bulma aracıdır. Kimi ülkelerde siyasetçiye hâlâ anti depresan olarak bakıldığı gibi nefret imgesi olarak da görülmektedir.
Bizde de iktidar ve muhalefet siyasetçileri “Ben bilirim” ihtiras tiyatrosu oyuncularına benzemeye devam ediyorlar. Toplumsal mutabakat ve istikrar için diyalog yerine, bitmeyen “kibir” ve “dediğim dediktir” ritüellerine sarılmış, inatçı algılarla dar alanda gerginlik siyaseti yapıyorlar. Yasamanın eksiklerini tamamlamak yerine, mahalle kabadayıları gibi ağız dalaşı yapmaktan öte sahne alışları da yok gibi.
Tüm bunlara karşın her iktidarın ülkesi ve vatandaşları için giydiği elbisenin astarı iç politikasını, elbisenin yüzü de dış politikasını belirler. Yapılan yapılmayan her işten de iktidarın sorumlu olduğunu bilir. Denilebilir ki; bu iktidar, son on yılda ülke sınırları dışında neo Osmanlı genleriyle yatay gelişme adımlarını attı. Devletlerarası deniz hukukunda kendi deniz hukukunu savunmaya başladı. Sınır güvenliğini öne alarak üniter yapısını güvenceye almayı deniyor. Yerli savunma sanayine yöneldi.
İktidar bu fiili adımlarını meşrulaştırma ve devletler hukukuna göre yasalaştırma mücadelesi veriyor. Buna paralel olarak NATO ittifakı dışında yeni askeri seyahatleri de öne alınca BM, ABD ve Avrupa Birleşik Devletleri’nin gözüne batmaya başladı. Devletin muhatapları ve müttefikleri iktidarı, iktidar da devlet adına müttefiklerini ve muhataplarını dış ilişkilerinde sert karşılar oldu. İktidarın iç politikada olduğu gibi dış politikayı da kendince ulusal şovenizm malzemesi olarak kullanmaya başladığını ayrıca tespit edelim.
Dış politikada birçok konuda devletlerarası kırmızı çizgiler gündeme geliyor. Bu çizgiler siper kazdırmasa da ülkeyi ekonomik olarak zora sokan hallere dönüşmüyor değil…Naçizane siyasette ve tüm ilişkilerde “güçlünün diplomasisine karşı koyma” teorisi dediğim; Bazı işler inatla değil, sabırla mayalanarak yapılır. Amerika ve ABD Avrupa Birleşik Devletleri’nin üç çeyrek yüz yıldır jandarma olarak kullandığı Türkiye’yi çözüm masasında söz sahibi olarak görmeye henüz tahammüllerinin oluşmadığı zaman zaman sahada görülüyor.
Türkiye’nin de özellikle komşularında olması beklenen siyasi ve coğrafi değişimlere karşı taşıdığı Kürt koridor evhamı nedeniyle sert bir dış politika yürütüyor. Bu nedenle Irak ve Suriye’de cephe artı diplomasi trafiği hala çok girift ve muğlak İster içte, ister dışta herhangi bir konuda muhataplarınızı yanınıza alamıyorsanız, onları karşınıza da almama becerisini gösterirseniz, kaybetmemenin alt yapısını oluşturabilirsiniz diye düşünüyorum.
Dış politikada olduğu gibi iç politikada da restleşmeler, siyasi poker gerginlikleri zaman zaman yaşanıyor. “Birbirimizi ” geliştireceğimize, kemiriyoruz. Dün, ülkede ve özellikle bölgemizde cenaze levazımatçılığı üzerinden siyaset yapılırdı. Artık sağlık, ekonomi ve demokratik haklar üzerinden ama toplumsal psikolojiyi etkileyerek siyaset yapılıyor.
Siyasi ve ekonomik demokrasimizin gidişatı, “şaftı attı atan araca” benzetilmeye çalışılıyor. Bu muhalefet anlayışını da doğal karşılamak demokrasi gereğidir. Elbette her parti ve lideri ülkeyi kendi siyasi çizgisine göre yönetme hazırlıklarını yapacak. Bunu da kimi partilerin; “parlamentoya dönüş”, “güçlendirilmiş parlamento”, “yarı başkanlık sistemi” şeklinde yazılı sözlü sloganlarında görmek mümkündür.
Bu ülkede olup bitenlere laf yetiştirmenin adı siyaset olunca başımızın ve sonumuzun belirsizliği elbette karmaşaya yol açacaktır. Bu ülke 12 Eylül başkanlık referandumdan sonra, altyapısız iki genel, bir yerel seçim geçirmiş. Başkanlık sisteminin yasal alt yapısını gerektiği gibi doldurmak, eksiklerini tamamlamak miskal kadar meclisteki siyasi partilerimizin işine gelmemiş...Tüm partilerin yeni bir anayasa istiyoruz dediklerine de bakmayın. Maalesef çok uluslu ulus devlet şovenizmi ve milliyetçiliği ile iktidar ve muhalefet partilerinin 12 Eylül 1982 anayasasını yeterli gören bir tavır içindeler.
Ulus devlet şovenizmi ve milliyetçiliği zihinlerini cilalamaya yetiyor. Tüm partileri, yaşatacağına inandıkları parlamentarizmin kuyruğunu yeniden tutmaya çalışıyorlar. Bu nedenle muhalefet ve iktidar barikatları bu aralar ve muhtemelen seçime kadar da düşünceden çok, sataşma ve fiziki argümanlarla şovenizme ve ilkel milliyetçiliğe davetiye çıkarmakla meşgul olacaklar. Senteze varmayı bekleyen güncel tez ve anti tezleri ciddi ciddi konuşmak yerine, retçi, uzlaşmaz iç ve dış siyasi sorunlar konuşulmadan ısıtıp ısıtıp halkın politik tabağına hamaset konulacağa benziyor.
Her parti özde aynı, biçimde ayrı dil kullanıyor. Atatürk ile başlayarak, devletin güvenliğini maskeleyerek, halkın sosyal taleplerini, can güvenliğini, Kürt demokratik haklarını öteleyerek kendi sübjektif siyasetlerini önceliyorlar. Artizanca işleri için bile partizanca anlayışlara prim veriyorlar. Bu nedenle siyasi liderler birbirine hakaretamiz konuşunca, siyasi partilerin çığırtkan fanatiklerine, ideolojik marjinallerine ortamı germek kalıyor. Liderlerin antici “istemezük” dilsel çıkışları çok sert ve yumuşamayı bilmiyor değil, hatırlamak istemiyorlar.
Genellikle saygı dışı, siyasi söylemlerin cıyak cıyak bağırarak halka karşı söylenmesi aslında kimseye de prim vermiyor. Meclisteki yasama kürsüsü ile sokaktaki çayhane kürsüsünün küfür ve hakaret tablosunun aynılaşması ise vatandaşı tehlikeli bir şekilde taraf olmaya, karşıt barikatlara itiyor. Diğer yandan da sağlığını ve tenceresini korumaya çalışan vatandaşı da siyasetten ve siyasetçiden uzaklaştırıyor. Ülkede ve özellikle bölgemizde vatandaşlar istisnalar hariç, artık siyasetçiye “güvenilmez” gözüyle bakıyor.
Dijital teknolojiyi az çok kullanan her vatandaş, olup biten her şeye kendi gözü ve beyni ile bakmayı öğreniyor. 2023 seçiminde tek bir oyun önemi artsa da; ailenin ve aşiretin birleşik oyları, tarikatlar hariç, giderek bireyselleşiyor ve azalıyor. Bu ülkede sistem değişti. Hâlâ parlamentarizm nakaratıyla yaşayan bir muhalefet bloğu var. Oysa başkanlık sisteminin üzerinden iki genel bir yerel üç seçim geçti. İki partinin dışındaki parlamento içi tüm partilerin hâlâ başkanlık sistemini kaldıracağız demenin ötesinde demokratik bir adımlarını, yeni bir söylemlerini duyan yok. Ürkek siyasi duruşlarını milliyetçilikle, şovenlikle cilalamaya çalışıyorlar ama iktidar bu konuları da onlara bırakmıyor. Demokratlıklarına, inançlarına ve Kürt demokratik haklarının yerlerde sürünmesine zaten aldırmıyorlar.
Parlamentoda Kürt’ü temsil iddiasında olan HDP de klasik iki noktada patinaj yapmaya devam ediyor, edecek. Bu onun kaderidir. Biri, yaslandıkları silahlı güç, diğeri de Kürt ulusal demokratik haklarına zerre-i misqal kadar bir katkısı olmayan solculuğu sırtında taşımaya devam etmesidir ve “Bir gönülde iki sevda, sonu bilmem ne olur” med-cezirinden çıkamamasıdır. PKK legalleşmeden HDP’ye demokratik siyaset yaptırmazlar. Bu zemin ve anlayış ülkenin kaostan çıkmaması için tüm harici ve dahili emperyal emellilerin ittifak fikridir. Kürt Halkı adına “Çözüm süreci”nin onlara tahvil edilerek yürütülmesini bile değerlendiremediler. Değerlendirtmediler... Bu ülkede art niyetli olmayan herkes, “demokratik haklar anlamında Kürd halkı için en uygun sistem başkanlık sistemdir” der…
HDP marjinal ideolojili, sol, silahlı tavanı yüzünden tabanının uğradığı handikapların, gideceği mekânı kalmamıştır. Elbette bir ideolojik hareket silahlıysa onun legal yansıması ona “emret komutanım “ demekten, düşünce bazında örgütlüyse “hay hay başkanım” demekten başka şansı yoktur. Bunun en somut pratiğini 2015 ten bu yana cana ve mala sebep olan zayiatları kimimiz izledik, kimimiz yaşadık. Sonuç olarak demokrasimiz çıkmaz sokakta canları üzerinde durmakta ve bu çıkmazdan çıkışın demokratik yol işaretini hakkıyla veren bir siyasi parti de yok diyebilirsiniz.
Ama umutsuzluk da yok. Ölümün dışında her şeye mutlaka bir çare vardır. Merhum cumhurbaşkanı Demirel’in dediği gibi; “Demokrasilerde çare tükenmez.” Zehrin panzehiri zehirden yapılıyorsa; demokrasinin yaşaması için demokrasinin şartlarının iyileştirilmesinden başlanılmalıdır. Bu adım başkanlık sistemiyle atılmıştır. Erken veya geç 2023 genel seçimlerinden önce ülkesel ve bölgesel, en önemlisi işlevsel reformlar mutlaka yapılmalıdır. Kürt, adıyla aidiyetleriyle meclis kayıtlarında yeniden yazmaya başlanılmalı. Ülkede yaşayan insanların ekonomik, kültürel ve siyasi demokratik haklarını yeniden, “eşit yurttaş sözleşmesi” çerçevesinde değerlendirmek ve değiştirmek gerekir.
Yasal siyaset yapan her parti kendini yenileyerek, yeni yol haritası ve ittifak arkadaşlarını bulması çok doğaldır. Tüm siyasi partilerin ülkenin toplumsal mutabakatı için yeni bir anayasa ve yeni demokrasi için 2023 seçimlerine hazırlandıklarını var sayarak, kimseyi de hedef almadan şunu söylüyoruz; Her liderin demokratik cesareti ve halka doğrudan dokunma kabiliyeti var. Her siyasi lider bu özelliklere zaten sahiptir. Ancak liderler; sokaktaki kulaklarını, teşkilatlardaki dillerini ileri gözetleyicilik yapan gözlerini zaman zaman değiştirmek, opere etmek ve dezenfekte etmek zorunda olduklarını unutmamalıdırlar.
Yoksa “ben ve benimkiler iyidir” demek size yetse de koca ülkeye yetmiyor olabilir. Kin, ihtiras ve yok sayma siyaseti partileri marjinalleştirir ama iktidar yapmaz. Hatta kimi anlayış ve sekterlik iktidarı bile iktidarda tutmaz. Muhalefeti de marjinallikten kurtarıp iktidara getirmez. İşin içinden sıyrılırım diyen siyasetler olsa bile toplumsal mutabakatı sağlayıp demokratik ortamı inşa edemez, istikrarı sağlayamaz…Yönetmeye talip olan sizler, siyasetinizin kapılarını birbirinize kapatma kibrinden vazgeçin. Ülkenin demokrasisi için, toplumsal mutabakatı sağlamanız şarttır. Bu ülkenin yolunu açın. Bunun için de; demokrat olmaya, Müslüman olmaya ve en önce de dürüst insan olmaya bakalım…Diyarbakır Kalesinden naçizane gördüklerimiz şimdilik bu…
Yeni Journal’da yayımlanan köşe yazıları, yazarların kendi görüşlerini yansıtmaktadır. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlara aittir.