ÖZEL HABER
Aybuke ULUSAN/ Duyduğu en büyük heyecanın, her kamera önüne çıktığındaki ilk 5 saniye olduğunu belirten Besim Kavukçu, en büyük zorluğun ise sektörden uzak patronlar olduğunu ifade etti.
Bir başkasının hakkını çalmamak için!
Tiyatrocu bir ailede büyüdüğünü ve istese çok rahat sınavlardan geçebileceğini belirten Kavukçu, “Üniversiteye hazırlandığım dönemde herkes ‘tiyatrocu olacak’ diyordu. Bu fikir bana çok uzak değildi fakat sınıf arkadaşım kadar istemiyordum. Çünkü arkadaşım kitaplar okuyor, kurslara gidiyor, gidebildiği kadar tiyatroya gidip büyük bir emek harcıyordu. Usta diye tabir edebileceğimiz tiyatrocular zaten benim ailemdi. Ders alabilir, kendimi geliştirebilirdim ki şöyle de bir gerçek vardı, o sene iki jüri üyesi ailemden biri olabilirdi. Her şey son noktaya geldiğinde döndüm şunu dedim kendime; ‘olabilirim, ama ben olursam gerçekten isteyip emek veren bir kişinin hakkını yemiş olacağım.’ Benim dönüm noktalarımdan birisi bu karar oldu ve bundan hiç pişman olmadım. Sırf imkanım var diye ne istemediğim bir işe sahip oldum ne de bir başkasının hakkını çaldım. İletişim sonu olmayan, uçsuz bucaksız bir okyanus. Öğrendikçe öğretir, öğrettikçe büyürsün” dedi.
Hitap kişinin öz pazarlamasıdır!
Diksiyon eğitmenliği yapan Kavukçu, hitabetin gücünü şu sözlerle anlattı: “Hayat boyu nerede ve kim olursanız olun, hitap kişinin öz pazarlamasıdır. Eğitmenliğe başlamadan önce, birine bir şey öğretebileceğime çok inanmıyordum, fakat hem sunuculukta, hem de kişisel hayatımda insanların sahip olması gereken en temel şeyden, hitaptan eksik olduğunu fark ettim. Diksiyon, profesyoneller için mecburi bir silahtır, fakat hitabın düzgünlüğü ve gücü herkes için mecburidir. En basitinden, bir iş görüşmesine gittiğinizde ses tonunuz, duruşunuz, kendinizden ne kadar emin davrandığınız, karşınızdaki insanın kararını etkileyecek ilk şeydir. Günümüzde siyasette bile altı boş sözler söylendiğinde, insanların alkışlamasındaki sebep bile budur. Karşınızdaki kişiyi ikna etmek, size inanmasını sağlamak, sadece sözlerle ve davranışlarla başarılabilir.”
Ellerini ağzına bırak!
Hitabet ve diksiyonun güzelliğini, beden diliyle tamamlamanın önemini vurgulayan Besim Kavukçu, “Bir sunucuysanız, dünyanın en önemli haberini bile sunsanız, ellerinizi nasıl bir konumda tuttuğunuz, yüz ifadeniz her şeyi önemsiz kılacaktır. Heyecanlıysanız ve ne yapacağınızı bilmiyorsanız, elinize bir kalem alın, bu bile sizi kurtaracaktır. Öğrencilerime hep söylediğim bir şey vardır; ‘Ellerini ağzına bırak. Sen kendine ne kadar güvenirsen, yaptığın işin arkasında ne kadar durabileceksen, beden dilin ve sözlerin birbirini o kadar tamamlayacaktır.’ Tüm bunların yanı sıra şöylede bir gerçek var, Türkiye’de tam anlamıyla İstanbul Türkçesi ile konuşan hiç kimse alkışlamaz, aksine suçlanırsın. Aynı şey beden dilinde de geçerlidir, yerinde ve yeterince davranmalısın” dedi.
En üzüldüğüm ve zorlandığım şey, sektörden uzak patronlar!
Medya sektöründeki heyecanını ve sektöre karşı duyduğu üzüntüsünü anlatan Kavukçu, “Beni her zaman en heyecanlandıran durum, kamera karşısındaki ilk 5 saniyemdir. Bu heyecanın sebebi ise, bu zamana kadar oturttuğum bir düzen, tanıttığım bir Besim var, bunu bozmadan nasıl devam ettirebileceğim. Mesleğimde karşılaştığım ve beni üzen olay ise, sektörden uzak patronlardır. Sırf gücü var diye bu işe giren o kadar çok ‘patron’ var ki. Senin ne olduğun, neyi başardığın bir noktada önemsiz kalıyor. Bilmeyen birine bir şey anlatmak, hele ki onunla iş yapmak kadar zor bir şey yoktur. Bazen insanın dönüp şunu diyesi geliyor; ‘ne verdin, ne öğrettin de ne bekliyorsun?’ Program sunduğum dönemde, sabah 3’te gider tüm programın akışını takip ederdim. Yapmak zorunda olduğum için değil, benimle çalışan insanlara hem örnek olabilmek, hem de bir iş yanlış gittiğinde o hesabı sorabilmek için hakkım olsun diye” ifadelerini kullandı.
Sunuculuğun yanı sıra, başarılı kitaplara da imza atan Kavukçu, kamera önünden yazarlığa uzanan yolculuğunu ve kitaplarının nasıl ortaya çıktığını da anlattı.
Besim Kavukçu, kitabının önsözünde, “Yalnız bırakılmış canım ülkemin geleceği için belki birilerinin kafasında umut ışığı yakabilirim diye yazdım. Tarihten ders almayanların, tarihin tozlu sayfalarında kaybolmaya mahkum olduğunu göstermek için yazdım. Birileri "Ya Sonra" diye sorsun diye yazdım” ifadelerini kullandı.
Kitabının bu kadar talep göreceğini tahmin etmediğini, tarihimizde bilinen olayların öncesini ve sonrasını insanlara anlatabilme amacıyla bu yola çıktığını belirten Kavukçu, şunları söyledi: “1972 – 2002 yılları arasında geçen tarihi olayların bilinmesindeki boşlukları tamamlamak istedim. Kendi kendime yazmaya başladığım serüvende, 2 ciltlik koca bir tarih kitabı oldu. 3. cildin hazırlık aşamasında olduğu haberini de verebilirim. ‘Bu bu bu oldu’ diye dümdüz yazmak yerine, yarattığım kahramanın üzerinden bir yaşam ve tarih hikayesi çıkardım. İnsanlar, özellikle ülkemizde yaşanan, tarihi önem taşıyan olayları bilse de, o olayların neden yaşandığını ve yaşandıktan sonra nasıl bir sürecin geldiğini bilmiyordu. Amacım, örneğin ‘12 Eylül darbesi yaşandı, darbe şu şekilde yapıldı’ demek yerine, darbe yaşanmadan önce böyle bir süreç geçti ve yaşanan darbenin ardından ise, şu şekilde olaylar yaşandı diyebilmektir. Bunu en tarafsız ve yalın halde anlattım, çokta sevildi. Yaşadığımız her olayda da durup sormamız gerek, ya sonra?”
Görünmek mi, göstermek mi?
Medya hayatında görünüşün her şey olduğunu belirten Kavukçu, ‘görünmek mi yoksa göstermek mi’ sorusunu şu şekilde cevapladı: “Anlatması zor ve derin bir soru. Görünüş, bir sunucu için her şeydir, daha öncede söylediğim gibi dünyanın en önemli haberini vermen değil o haberi nasıl anlattığın önemlidir. Kişisine ve hitabına göre çok önemsiz bir konu bile gündem olabilir. Kıyafetin, saçın, makyajın her şeyinle bir bütünsün ve tam olmadığın sürece, seni gören kişi bunu hep fark edecektir. Tanınma egosunu hiç taşımadım fakat insanlara bir şeyler gösterebilmek, anlatabilmek çok önemli bir nokta oldu hep. Bir başkasının gölgesinin ardında, onun istediği gibi görünmek yerine, kendimi inandığım doğru ile azda olsa gösterebilmeyi tercih ederim.”