Dilleri yok konuşmazlar, kulakları hiçbir sözü işitmez, mezar taşlarında isimleri dahi bulunmaz. Peki kimdir bu ölüm melekleri denilen Cellatlar?
Cellat, idam hükümlerini icra eden şahıslara verilen isimdir. Mecazen, merhametsiz, zalim, gaddar, hunhar yerine de kullanılır. Arapça kırbaçlamak manasına gelen “celd” mastarından olan cellât, “kırbaçlayan, çeşitli eziyetler uygulayan” anlamına gelmekle birlikte, daha çok ölüm cezalarını infaz eden kişiler için kullanılmıştır.
Cellatlığın bir görev olarak ne zaman ortaya çıktığı, tam olarak bilinmemekle birlikte, eski çağlardan beri var olduğu kesin. Örneğin, Eski Roma’da ölüm cezalarını önceleri halk yerine getirirken, daha sonra bu iş için özel görevliler tayin edilmişti. Böylece “Cellatlık” bir meslek konumuna getirilmişti. Hatta zamanla, babadan oğula geçen bir konuma gelmişti.
Osmanlı sarayında özel bir birlik olarak, 14. Yüzyıldan itibaren varlık göstermeye başlayan cellatların sayıları, 20 ila 30 arasındaydı. Başlarında Cellat başı denilen görevli bulunurdu. Saray Cellatları, Bostancı Ocağı’nın bir kolu olan “Cellat Ocağı”na bağlı ve Bostancıbaşı Ağasının emrindeydiler. İdam hükmü Bostancıbaşı’na verilir, bazen hükmü bizzat kendisini yerine getirirken, bazen de nezaret ederek hükmün yerine getirilmesini sağlardı. Eğer idam mahkûmu devlet ricalinden biri ise, Bostancıbaşı idamda mutlaka bulunurdu.
Cellatlar genel olarak Çingeneler ve Hırvatlardan seçilirdi. Saraydaki cellatlar arasında özel olarak seçilen kişiler, dilsiz ve sağır cellatlardı. Kimi zaman dili kesilen cellatlar da olurdu. Bunlar, özellikle gizli yapılan infazları yerine getirmekte görevlendirilirdi. (Bunlarla yazı ya da işaret ile anlaşırlardı) Osmanlı hanedanından olanların kanı akıtılmazdı. Bundan ötürü, cellatlar Osmanlı hanedanına mensup kişileri, yay kirişi ile boğardı. Kimsenin sesini/yakarışını duymaz, dediğini anlamaz, kimseye anlatamazlardı. Çoğu zaman kimi öldürdüklerini bile bilmez, sadece verilen görevi yerine getirirlerdi.
Öldürdükleri kişilerin üzerindeki her şey, cellatlara kalırdı. Onlar da bu eşyaları toplar ve senede bir, ya da iki kez büyük bir mezatla satardı. Tutar bedelleri ise; cellatlar arasında bölüşülürdü. Buna “Cellat Mezadı “adı verilirdi.
Cellat mezadlarında genellikle çok kıymetli eşyalar bulunurdu. Ancak bu eşyaların sahipleri, cellat elinde öldükleri için uğursuz kabul edilirdi, eşyalar çok ucuza satılırdı. Cellat mezadından alışveriş edebilmek, herkesin cesaret ettiği bir şey değildi.
Cellatlar infaz görevini yerine getirdikten sonra, pala veya satırlarını Cellat Çeşmesi denilen çeşme de yıkardı. Genellikle siyasi idamlar gerçekleştiği için, Siyaset Çeşmesi de denirdi. Çeşmenin önünde ibret alınması için, infaz edilen kişinin kellesi sergilenirdi. Bu taşa “Seng-i İbret Taşı” denirdi. Günümüzde Cellat Çeşmesi’nin kalıntısı, Topkapı Sarayı’nda bulunuyor.
Ecel Şerbeti deyiminin Cellatlar ile bağı neydi?
Padişahın ölüm emri verdiği kişi önemli biriyse, hemen öldürülmezdi. 3 gün zindana atılırdı ve durumu divanda görüşülürdü. Tutukluya durum söylenmezdi. Onun yerine Cellat başı, 1 fincan şerbet ile zindana gidip ikramda bulunurdu. Fincanın rengi beyazsa affedildiğini, kırmızı ise ölüm şerbetinin olduğunu gösterirdi. Bu durum günümüze kadar aksetmiş, halk arasında kullanılan deyimler arasında yerini almaya devam etmekte.
Bu kadar canı alan Cellatlar da faniydi ve ölüm onlara da haktı. Cellatların cesetleri, halktan uzak yerlere defnedilirdi. Mezarlarında isim olmazdı. Cellatlar hayattayken zaten sevilmeyip, laf edilen kişilerdi. Bari öldükten sonra rahat uyuyabilsinler diye, mezar taşlarına kim oldukları yazılmazdı. Ailelerinin hayatlarına rahatça devam edebilmeleri için de isimleri yazılmazdı. Günümüzde Eyüp Sultan Mezarlığında çok az sayıda cellat mezarı bulunuyor.
Yeni Journal’da yayımlanan köşe yazıları, yazarların kendi görüşlerini yansıtmaktadır. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlara aittir.