Güneydoğu’dan dün sabah hepimizin yüreğini yakan acı bir haberle uyandık.
İnsan kaçakçıları, bir kamyonun kasasına doldurdukları 100’e yakın göçmenle birlikte Siirt’in Pervari ilçesinden geçerken güvelik güçleri tarafından durdurulmak istendi. Yakalanacaklarını anlayan kaçakçıların ateş açması üzerine çatışma çıktı ve kamyon kasasında bulunan 2 göçmen hayatını kaybetti, 10’dan fazlası da yaralandı. Yaralılar tedavi altına alındı. Kamyondaki diğer göçmenler ise gece karanlığından faydalanarak kayıplara karıştı. Peki, kimdi bu göçmenler ve sınırları bu kadar sıkı korunan Türkiye’ye nasıl geliyorlardı?
Coğrafya kaderdi…
Ancak onlar yaşadıkları coğrafyaya da kaderlerine de razı gelmediler. İran, Irak, Afganistan, Pakistan gibi ülkelerden, açlıktan, yoksulluktan ve savaşlardan kaçtılar. Tek hayalleri daha güzel bir hayata kavuşmak, insani şartlarda yaşamaktı. Kaderlerini çizen coğrafyadan uzaklaştıkça, kaderlerinin de değişeceğine inandılar. Ancak çoğu için “son” öyle olmadı. Bir kısmı dağları geçerken donarak öldü, bir kısmı batan bir teknede boğuldu, birçoğu da trafik kazalarında hayatını kaybetti.
Van’da bulunan ve Türkiye’nin en büyük mülteci mezarlığında isimleri bile olmayan mezar taşlarının altına gömüldüler. Siirt’te dün yaşamını yitiren iki göçmen de sadece daha iyi bir yaşam için yola çıkmıştı. Her birinin kendi ülkesi, evi, ailesi, hayalleri ve ayrı bir hikâyesi vardı.
Ancak, savaş, ölüm, açlık ve yoksulluk, hikâyelerini kendi topraklarında tamamlamalarına izin vermiyordu. Onun için de kaçakçıya vereceği parayı toplayabilen hemen yola çıkıyordu.
Çıktıkları yol ise zor ve meşakkatli. Önce ülkelerinden yürüyerek İran’a geçiyorlar, burada kaçakçılarla anlaşıp, kişi başı 800 ile 1200 dolar arasında paralar ödeyerek, Türkiye sınırını geçiyorlar. Çoğu zaman kaçakçılardan kötü muamele görüyor, paraları çalınıyor ve öldürülüyor. Sağ kalabilenlerin yolculuğu ise ölüm kadar zor çünkü kaçakçının insafı, merhameti yok. Kimi zaman ahır gibi bir yerde saklıyorlar göçmenleri, kimi zaman bir kamyonun kasasına doldurup bilinmeze yolluyorlar.
Güvenlik güçlerinin kontrolünden kaçabilmek için de çoğu zaman yürüterek getiriyorlar Diyarbakır’a. Afganistan’dan çıkan bir göçmen, ortalama iki ay yürüyerek Diyarbakır’a varabiliyor. Van’dan Diyarbakır istikametine girdiğiniz zaman yolda sırtında çantası, perişan halde yürüyen yüzlerce göçmen görebilirsiniz. Yürüyerek geldikleri yer ise Diyarbakır Şehirlerarası Otobüs Terminali’nin önü. Otogar önündeki her ağacın altında onları görmek mümkün. Ayakkabıları ve elbiseleri yırtılmış, açlıktan, susuzluktan perişan halde, kendilerini batıya götürecek araçlara binmeyi bekliyorlar. Hedefleri ise ya İstanbul, Ankara gibi büyük şehirler ya da Avrupa’ya gitmek.
Muhammed Emin İsmail de onlardan biri. Afganistan’dan kaçmasının sebebini, “Orada kalsam ya savaşta ölecektim ya da açlıktan ölecektim” diyerek açıklıyor. İstanbul’da bir iş bulup, ailesine para göndermek istiyor. En büyük hayali de ailesini buraya getirebilmek. Türk askerinin kendilerine iyi davrandığını ancak İran askerlerinin hiç uyarmadan ateş ettiğini söylüyor. Muhammed, bu hikâyenin en haklı kahramanı. Peki, onu bu hayata iten sebepler?
Emperyalist güçlerin Ortadoğu’da yarattığı kargaşa bu göçün ve açlığın en büyük sebebi.
Muhammed gibi binlercesi, sırf kendi kirli çıkarları için Müslüman coğrafyasının kanını emen batı emperyalizminin kanlı oyunları nedeniyle göç yollarına düşüyor. O yollarda can verenlerin, evlerinden, vatanlarından, ailelerinden uzak kalanların vebali elbette onların boynunadır. Çünkü vahşi batı nedeniyle kendi ülkelerinde her gün ölümle, açlıkla burun buruna kalıyorlar. Gitmek dışında başka bir seçenekleri yok.
Burada Avrupa’nın ikiyüzlü mülteci politikasına da değinmek gerekir. Zira kendi ülkelerindeki küçücük bir olayda kıyametleri koparan batılılar, bu çocukların dağlarda donmasına da, denizlerde boğulmasına da ses çıkarmıyor. Bütün dünya göçmenlere karşı kör, sağır ve dilsizi oynuyor. Niye biliyor musunuz? Çünkü onlar Doğu’dan gelen Müslüman ülkelerin çocukları.
Çünkü açlıktan ve ölümden kaçan bu çocuklar, Avrupalı değil. Çünkü Avrupa’nın ikiyüzlü mülteci politikası nedeniyle her yıl binlerce göçmenin Ege’de can veriyor olması da onların umurunda değil. Yunan askerlerinin mülteci botlarına ateş ederek yüzlerce kişiyi Ege’de boğduğuna hepimiz şahit olduk. O nedenle “Dünya beşten büyüktür” diyoruz…
YeniJournal’da yayımlanan köşe yazıları, yazarların kendi görüşlerini yansıtmaktadır. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlara aittir.