Çınar Ayser ÇINAR / Pazartesi Söyleşileri’ne bu hafta konuk olan AK Parti Mardin Eski Milletvekili ve AK Parti Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) Üyesi Orhan Miroğlu, sanattan siyasete birçok konuda Yeni Journal’ın sorularını yanıtladı.
Sanatçı Ahmet Güneştekin’in Diyarbakır’daki ‘’Hafıza Odası’’ sergisine yönelik sert eleştirilerde bulunan Miroğlu, ‘’Diyarbakır’da yaşananlar tam anlamıyla bir qeşmerlikti’’ dedi.
Çözüm sürecine ilişkin de konuşan Orhan Miroğlu, ‘’Sürecin başarılı olmasını isteyen belki de tek aktör Leyla Zana’ydı ve Leyla Zana’nın bugün siyaset dışı kalmasının sebeplerini Kürt kamuoyu oturup biraz düşünmeli’’ dedi.
Acı, yas ve hafıza çalışmaları hakkında yazdığı kitaplarla da bilinen Miroğlu, Cumartesi Anneleri’ni anlatan ‘’Her Şey Bitti, Ana’ya Söyleyin’’ isimli kitabından sonra şimdi de Diyarbakır Anneleri’ni de anlatan bir kitap yazacağını belirtti. Orhan Miroğlu, yazmak için kendi deyimiyle ‘’cesaret biriktirmekle’’ meşgul olduğunu söyledi.
TÜRKİYE O ESKİ TÜRKİYE DEĞİL ARTIK!
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun gündeme getirdiği seçim sürecinde siyasi cinayetler işlenebilir konusu İYİ Parti, DEVA ve Gelecek Partisi tarafından da desteklendi ancak iktidar partisi bu tür söylemlerin asılsız olduğunu dile getirdi. Buna rağmen Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı konuyla ilgili "resen soruşturma" başlattı. 90’lı yılları bilen ve bizzat yaşayan bir isim olarak siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Böyle bir ihtimal var mı?
Böyle bir ihtimal elbette yok. Çünkü 20 yıldır Türkiye’yi yöneten bir siyasi iktidar var ve bu siyasi iktidarın bilhassa 90’lı yıllardaki devlet içerisinde yer edinmiş birtakım gruplara karşı mücadelesi çok net! Türkiye artık o beyaz Toroslar’la insanların evlerinden alınıp, dağ başlarında infaz edildiği bir ülke değil. CHP tarafından ortaya atılan ve ona yakın yazarların da bu konuda kaleme aldığı çoğu yazıda, siyasi cinayetler meselesi Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı ve Bahriye Üçok gibi isimler üzerinden aktarılıyor. Ne hikmetse bu siyasi cinayetlerin listesi Antep’in öte tarafına hiç uzanmıyor. Batman’da öldürülen milletvekili Mehmet Sincar, gazeteci ve yazar Musa Anter, siyasetçi ve aktivist Vedat Aydın’ın öldürülmesi siyasi cinayet değil miydi? Bu arkadaşların aklına neden hiç bu isimler gelmiyor? Benim gibi 90’lı yılları bilen ve yaşayanlar haliyle buradaki samimiyeti sorguluyor. Siyasi cinayetler Türkiye tarihinde elbette kara bir leke ancak bu lekeyle az çok yüzleşebilmiş bu karanlık grupları tasfiye etmiş, hukuka havale etmiş bir siyasi iktidarı da bugün siyasi cinayetler işlenecek argümanıyla itham etmek doğru değil. Bugün çıkıp siyasi cinayetler işlenebilir diyorsanız bunun sebeplerini de açık yüreklilikle izah etmeniz lazım. Devlet içerisindeki hangi birimde böyle bir istihbaratınız var da hükümetin veya ilgili bakanlıkların bundan haberi yok, çıkıp bunu söylemelisiniz.
İKDİTAR DEĞİŞİRSE RÖVANŞİZM YAŞANABİLİR
TBMM eski Başkanı Bülent Arınç, geçtiğimiz hafta katıldığı bir televizyon programda, ‘’CHP Kemalist, laikçi bir çizgide, özellikle Baykal çizgisi. Bugün ondan çıktılar. Çıktıkları için de oyları artıyor ve artacak öyle görüyorum ben" dedi. Bülent Arınç’ın bu açıklamasına başta AK Parti MKYK Üyesi Şamil Tayyar olmak üzere birçok isimden eleştiri geldi, siz bu konuyu nasıl yorumluyorsunuz? Arınç söylediklerinde haklı mı?
Açıkçası ben Sayın Bülenç Arınç’ın söylediğinin tersini düşünüyorum. Bülent bey CHP’de büyük bir değişim görüyor olabilir ama ben CHP’nin hiç de öyle bir noktada olduğunu sanmıyorum. Muhafazakar kesimin Kemalizm’den ötürü tarihi olarak yaşadığı korkular, endişeler bugün daha şiddetli bir biçimde devam ediyor. Bülent bey bunu söylerken neye dayanıyor bilmiyorum ama kamuoyu araştırmaları da bu söylemleri doğrulamıyor. Eğer CHP Bülent beyin söylediği gibi bir değişim yaşıyor olsaydı bunu CHP’nin oylarında görürdük ki oylarında bir artış olmadığı malumunuz. En son yapılan kamuoyu araştırmasında CHP kararsızlar dağılmadan önce yüzde 20’lerde, kararsızlar dağıldıktan sonra yüzde 25’lerde görülüyor. Karşımızda muhafazakâr kesimin korkularını, endişelerini bertaraf eden bir CHP olsaydı, doğal olarak bugün oy oranında bir artış yaşanırdı. Ancak böyle bir artış söz konusu değil. Ayrıca muhafazakâr kesim Bülent beyin iddia ettiğinin tam tersine muhtemel bir iktidar değişiminde rövanşizm yaşanacağından ve kazanımlarının elinden gideceğini düşünüyor. Muhafazakar Kürtlerin aynı endişeyi taşıdıklarından eminim. Ben evet, kendi adıma da endişe duyuyorum.
DEVA VE GELECEK BİRLEŞİP BARAJI ZORLASIN
Kulislerde bu aralar sıkça dile getirilen bir başka konuyu soracağım; MHP’nin genel seçimlere parti olarak tek başına gireceği ancak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan’ı destekleyeceği iddia ediliyor. Hatta seçim barajının bu nedenle yüzde 10’dan yüzde 7’ye düşürüldüğü söyleniyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Olabilir tabi, bu çok doğal bir şey. 2023 seçimleri aslında cumhurbaşkanlığı seçimi olarak geçecek. Halk cumhurbaşkanını seçerken, bir adayda karar kılmışsa eğer onu Meclis’te zayıflatma yoluna gitmez. Baraj meselesine gelirsek; bu haktan sadece MHP yararlanmayacak ki…Mesele DEVA ve Gelecek Partisi ittifak yapıp yüzde 7 seçim barajını zorlasın. Girecekleri ilk seçim olacağı için siyasi rüştlerini de böylelikle ispatlamış olurlar. Seçim barajın düşürülmesi onlar için de faydalı oldu. Mesela biz iktidar olarak siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştıran yasaları Meclis’te oylamış ve geçirmiş bir partiyiz. Vaktiyle AK Parti’nin kapatılması için yapılan birtakım kumpasları ve girişimleri akamete uğratmak için mi yaptık bu yasayı? Evet tabi ki de bu var ama öyle bir yasa yaptık ki bu HDP’yi de ilgilendirir, başka partileri de…Örneğin Ümit Özdağ’ın kurduğu parti, nasyonalist formatta kurulan bir parti. Bizim yasalarımız ırkçılığı yasaklar ancak siyasi partileri kapatma yasası yarın öbür gün belki Ümit Özdağ’ın da işine yarayabilir. Dolayısıyla temel meselelerde bir hak gündeme girdiği zaman herkesin ondan faydalanacağını düşünmek lazım. Haklar umumidir ve herkesin kullanımına açıktır.
KÜRTLERİN HALA GÜVENDİĞİ TEK LİDER ERDOĞAN
Bir diğer gündem konusu malumunuz çözüm süreci meselesi, dönüp dolaşıp aynı noktada kilitleniyoruz. Süreci kim bitirdi, yeni bir süreç başlar mı tartışmaları kamuoyunda şu sıralar en çok konuşulan ve tartışılan konulardan biri. Süreci yakından takip eden ve neler olup bittiğini bilen isimlerden birisiniz, sizin bu konuya dair yorumuz ne? Tam olarak ne oldu?
Murat Uyurkulak’ın ‘’Tol’’ kitabının girişinde dediği gibi, ‘’Devrim vaktiyle bir ihtimaldi ve de çok güzeldi.’’ Bu ihtimal gerçeğe dönüştüğü zaman işler bozuluyor! Benzer bir şey, çözüm süreci ilk kez AK Parti zamanında ihtimal olmaktan çıkıp gerçeğe dönüştü. Bu da tabi belli çevrelerde büyük bir huzursuzluk yarattı. Çünkü çözüm ihtimal olmaktan çıkıp tarihte ilk kez gerçeğe dönüşüyordu. Bugün bile sürecin devam etmesini istemeyenler, çözüme yaklaşan siyasi bir irade gördükleri zaman en başta ona ateş ediyorlar, AK Parti’ye şu anda ateş ettikleri gibi. Ayrıca, Kürtlerin Erdoğan’a olan güveni azalmadı, kamuoyu araştırmaları da bunu gösteriyor. Bazı politikalarımızı halk eleştiriyor, bizim halkla kurduğumuz ilişkileri zora sokan söylemlerimiz de var bunu yok sayamayız. Ancak Kürtler hala bu meselede elini taşın altına koyan tek lider olarak Erdoğan’ı görüyor, bunun içinde HDP’liler de var. Türkiye’de Kemalizmle hala başı belada olan bir partinin yani CHP’nin gelip bu konularda ortaya bir müktesebat koyması mümkün değil. İşin trajik ve hatta ironik olan kısmı isyanlara karşı şu kadar iş yapmış bir ideolojinin bir isyan hareketiyle bugün birleşerek iktidarı hedefliyor olması! Müthiş bir paradoks olduğunu samimi Kemalistler de herhalde kabul edeceklerdir!
ÇÖZÜM SÜRECİNİ CHP VE ABD BİTİRDİ
Bu yüzden PKK’nın tasfiye edilmesi ne CHP’nin ne ABD’nin ne de bölgedeki diğer küresel güçlerin işine gelmez. Bu durum Turgut Özal’dan beri böyle. Açıkça söyleyeyim; çözüm sürecini ne AK Parti ne de HDP bitirdi, süreci CHP ve ABD bitirdi. CHP dün de olduğu gibi bugün de çözüm sürecine daha doğrusu PKK’nın tasfiyesine karşıdır. Değillerse çıkıp PKK’nın kayıtsız şartsız silah bırakmasını talep etsinler de görün bakın neler oluyor! Çözüm sürecinde Abdullah Öcalan’ın mektupları Diyarbakır’da okunduğunda CHP’ye yakın yazarların neler yazdığını gördük. Sürecin akamete uğraması konusunda HDP’de de farklı görüşler vardı. Kimisi bu işin devam etmesini istiyordu kimisi de başarıya ulaşmasını istemiyordu. Sürecin başarılı olmasını isteyen belki de tek aktör Leyla Zana’ydı ve Leyla Zana’nın bugün siyaset dışı kalmasının sebeplerini Kürt kamuoyu oturup biraz düşünmeli.
KÜRTLERİ DEVLETTEN UZAKLAŞTIRMAK İSTİYORLAR
Çözüm sürecini CHP bitirdi demek ciddi bir iddia, bunu biraz açar mısınız?
Çözüm süreci PKK’nın tasfiye süreciydi ve PKK’nın tasfiyesini ABD istemedi. Peki içeride ne oldu, PKK’nın tasfiyesini kim istemedi? CHP bu tasfiyeyi istemedi. 9 ilçe ve 2 şehir merkezi binlerce PKK militanı teröristle doldurulduğunda bile CHP, Meclis’te devletin hak ihlalleri araştırılsın diye HDP’nin desteklediği önergeler verdi. CHP’nin asıl dersi şu: Kürtleri PKK üzerinden kontrol altında tutmak! Bu kontrol olmasa 2019 seçimlerinde HDP’yi kendi haline bıraksalar, CHP adaylarını şartsız ilkesiz destekleme kararı çıkar mıydı sanıyorsunuz? Bugün de HDP oylarını almak için CHP’nin HDP üzerindeki PKK vesayetine ihtiyacı var. Çözüm süreci bu vesayetin de bitmesi anlamına geliyordu ve seküler laik Kürtlerin PKK’nın denetimi olmadan ne yapacakları pek belli olmazdı. Ama bugün merkezinde CHP ve İYİ Parti’nin olduğu bu strateji geldi Kürtleri devletten ve AK Parti’den uzaklaştırma stratejisine dönüştü. İnsanın demeye dili varmıyor ve belki de Türk siyasi tarihinin en anlaşılmaz paradoksu ama Mustafa Kemal’in kurduğu parti, Kürtlerin devletten uzaklaşmasını isteyen bir uluslararası stratejinin Türkiye’de HDP ve PKK ile beraber savunucusu ve takipçisi haline geldi.
AK PARTİ HER ŞEYİN FARKINDA
Orhan bey, aslında Türkiye’nin esas gündemi ne seçim, ne ittifaklar ne Kürt sorunu…Şu an en büyük ve tek sorun maalesef ekonomi. Sokakta kimi çevirip konuşsak hep aynı şeyi duyuyoruz; geçinemiyoruz! Türkiye bu ekonomik krizi nasıl çözecek?
Dediğiniz doğru, yoksulluk, ekonomik sorunlar, dövizdeki artış malumunuz. Ancak AK Parti hükümeti, ilgili bakanlıklarıyla birlikte bu tablonun farkında ve bundan da büyük bir huzursuzluk duyuyor. Türkiye’nin ekonomisi Gezi olayları, akabinde yaşanan 15 Temmuz darbe girişi ve hemen ardından tüm dünyayı sarsan pandemi nedeniyle zora girdi. Şu da var; AB ile ilişkilerimizin iyi olduğu dönemlerde milli gelirimizi 12-13 bin dolar seviyesine çıkarabildik. Bu ülkeye 500 milyar Euro yabancı sermaye girdi. Bu da ekonominin büyümesine çok ciddi bir katkıydı. Dünyayla karşılıklı menfaatleri gözeten, her ülkenin hükümranlık haklarını dikkate alan yeni bir dış politikaya ihtiyacımız var ve inşası hükümetin sorumluğunda. Ancak şu an yaşanan ekonomik problem sadece Türkiye’de yaşanan bir sorun değil. Pandemi sonrası dünya bambaşka bir dünya.
YOKSULLAŞTIĞIMI HİSSEDİYORUM
Dünya genelinde de pandemi nedeniyle ciddi bir ekonomik kriz yaşanıyor. Ekonomist değilim ama yaşananların da farkındayım. Her şeye rağmen umutlu olmak lazım diyorum. Siyasi istikrarı önemsiyorum. Ben milletvekili emekli maaşıyla yaşayan biriyim. Doğrusunu isterseniz ben de yoksullaştığımı hissediyorum. En iyi yaptığım iş yazı yazmaktır. Hatta bu aralar yazı yazsam evin ekonomisine katkıda bulunabilir miyim diye de düşünüyorum. Çünkü ben de şu an meslek olarak işsizim. Siyaset bir meslek değil çünkü yapılır ve biter. Bu nedenle kendimi işsiz bir yazar olarak tanımlıyorum. Neyse ki her şeye rağmen kitaplarım kitapçı vitrinlerinde yer almaya devam ediyor.
ASIL MAĞDURLAR ORADA DEĞİLDİ
Diyarbakır’ın tarihi Keçi Burcu’nda 16 Ekim’de açılışı yapılan sanatçı Ahmet Güneştekin’in “Hafıza Odası” sergisi tepkiyle karşılandı. Özellikle de sergide renkli tabutların önünde fotoğraf çektirme yarışı çokça eleştirildi. Siz de sosyal medya hesabınızdan konuya ilişkin sert eleştirilerde bulundunuz? Sergide yanlış veya eksik olan neydi?
Öncelikle yanlışa yanlış demesini bilmek lazım. Hem Türk aydınları hem de Kürt aydınları bu tarz konularda ‘’sevimsiz’’ görünmemek için eleştiri yapmaz. Tarihi süreci bir kenarda durup seyretmeyi tercih eder. Benim tavrım öyle olmadı, doğru yanlış olup bitenlere aydınca müdahalelerde bulundum. Bu yüzden beni ‘’sevimsiz’’ bulabilirler ama umurumda değil. Diyarbakır’ın kendisi bir hafıza şehri, öncelikle bunu görmeleri ve anlamaları lazımdı bu arkadaşların. Elinizi sallasanız elli mağdura değer. Özellikle de Sur gibi hendek operasyonlarında yerle bir edilen bir yere gidip ‘’Hafıza Odası’’ adında sergi açıyorsunuz ama Diyarbakır’da bir partinin önünde yıllardır nöbet tutan Diyarbakır Anneleri’ni görmüyorsunuz. Kullanılan sanatsal malzemeler Diyarbakır Cezaevi ağırlıklı ama o cezaevinin mağdurları o sergide yok. Sergide kullanılan renkli tabutlar güya Roboski’yi temsil ediyordu ama Roboski mağdurlarından bir kişi bile orada yoktu. Sayın Leyla Alaton ve Ertuğrul Özkök gibi isimlerin yapılan işi anlamaları tabi ki önemli ama madem yüzleşme diyorsunuz, orada asıl bu kişilerin mağdurları tanımaları gerekmez miydi?
BİR MAĞDUR OLARAK ÇOK İNCİNDİM
Kurulan sofralar çekilen halaylar tam olarak Diyarbakırlıların deyişiyle ‘’Biz bize hayran, biz bize kurban’’ halleriydi. Suzan Sontag’ın ‘’Başkalarının acısına bakmak’’ adında çok güzel bir kitabı var. Amacınız belki yaşanan acıları başkalarına göstermekti ama oraya gelen insanlar pek anlayabilmiş görünmüyorlardı. Sabah tabutların önünde poz verip, akşam halaya durdular. Hatta medyada günlerce tabutların önünde poz veren bir hanımefendinin çantasının, ayakkabılarının markası konuşuldu. Bu çok inciticiydi. Bir mağdur olarak çok incindim. Çünkü ben Diyarbakır Cezaevi mağdurlarındanım, siyasi cinayetler filan diyorlar ya, Türkiye siyasi cinayetler tarihinin en zalim cinayeti sonucu vücudumda 5 kurşun yarasıyla yaşayan bir adamım. Dolayısıyla benim hafızamın bu şekilde arabeskleştirilmesi çok inciticiydi. Gülten Kaya biliyorsunuz sık açıklama yapan bir isim değil, ben nasıl incindiysem o da bir mağdur olarak bu durumdan rahatsız oldu ve tepkisini de açık yüreklilikle ortaya koydu.
AHMET’İN BU HALKA BİR ÖZÜR BORCU VAR!
Frantz Fanon’un ‘’Siyah Deri, Beyaz Maskeler’’ kitabına bu yüzden atıfta bulundum. Çünkü Ahmet’in bu davranışının uluslararası literatürdeki karşılığı bu. Hayatımın önemli bir kısmı Türk aydınları arasında geçti ve şimdi geriye dönüp baktığım zaman, sana karşı kibirli davranmayan kimdi diye kendi kendime soruyorum ve bir tek isim var aklımda, o da Mehmet Ali Birand. Onun dışında hemen hemen hepsi Kürt aydınlarına kibirle yaklaşıyordu. Bugün bazı isimler Ahmet’i ‘’Beyaz Kürt’’ olarak tanımlıyor ama Ahmet istediği kadar beyaz maskeyle dolaşsın, derisi siyahsa, siyahtır. Bu işlerle uğraşan Kürt sanatçıların, Kürt aydınların daha kişilikli olması lazım. Ahmet bu durumu nasıl toparlar bilmiyorum ama bu halka karşı bir özür borcu var. Oraya giden köşe yazarlarına bakıyorum, yazdıkları yazılarda davet edildikleri iş için, yani hafızayla ilgili tek kelime yok. Zaten büyük çoğunluğu İstanbul havaalanına indikten sonra gördüklerini unutacak muhtemeleno! Onlar için bu sergi sadece turistik bir geziydi. Geldiler, pozlarını verdiler ve çekip gittiler. Kimse kusura bakmasın ama yaşananlar Diyarbakır ağzıyla söyleyeyim, tam anlamıyla ‘’qeşmerlik’’ti.
KAFİLENİN BAŞINI İMAMOĞLU ÇEKTİ
Diyarbakır’daki sergide öne çıkan bir diğer konu da İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ziyaretiydi. Siz bu ziyareti nasıl değerlendiriyorsunuz?
İmamoğlu Diyarbakır’a galiba ikinci kez gidiyor. İlkinde HDP’li yöneticilere hediye edilmek üzere elinde bir Mustafa Kemal portresiyle gitti, sanki Kürtlerin Mustafa Kemal ile bir sorunları varmış gibi! Bence sorun bugünün Kemalizminde yoksa Mustafa Kemal’de değil. Bir araya gelmeyecek insanları bir araya getirdi diyorlar Ahmet Güneştekin için. İyi de yurt içi ve yurt dışına turlarla giden insanların arasında da bir araya gelmeyecek olan insanlar bir araya gelebiliyor. Tur biter herkes yoluna gider. Çünkü bir araya gelmenin ölçüsü kuralı zamanı hatta ödemesi her şey önceden belirlenmiştir. Diyarbakır hadisesi bu yönüyle turistik bir geziden farksızdır. Kafilenin başını da İmamoğlu çekti! Sonra seçilen insanlara bakıyorsunuz, hafıza, bellek, yüzleşme gibi konulara da bir iki istisnayla en ecnebi insanlar! Böyle bir dertleri de yok! Özellikleri Güneştekinin dostları! Surlara tabut dizip, akşama halay çekmek için, insanın yaptığı işe inanmamasının ve en ufak bir saygısının olmaması gerekir. Ben şahsen Primo Levi’nin ‘’Bunlar Da Mı İnsan’’ veya Mehmet Uzun’un ‘’Yitik Bir Aşkın Gölgesinde’’ gibi kitaplarını okuyan birinin, veya bir hafıza odasını açtıktan sonra yerinde duramayıp oynamaya başladığını ne gördüm ne duydum! Benci değilim ama ilk anı romanım Dıjwar’ı veya Galatasaray Anneleri’nden otuzunun hayat hikayesini anlattığım ‘’Her Şey Bitti Ana’ya Söyleyin’’ kitatabını okusalar değil halaya durmak, günlerce kendilerine gelemezler! Başkalarının acısına bakmak ve anlamak gibi bir alışkanlıkları varsa tabi!
SİYASİ PR ÇALIŞMASI TERS TEPTİ!
Diyarbakır büyük acılar yaşamış bir şehir. Geçen yüzyılın başında Şeyh Sait isyanından sonra kurulan darağaçları, yargılamalar, darbeler, tutuklamalar Sivas Toplama Kampı Diyarbakır Cezaevi faili meçhuller...Türkiye bu geçmişle yüzleşemediği için her şey çok canlı ve adeta yeniden üretiliyor. Kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Toplum duyarlı ve hassas. Yüzleşmenin fay hatları Diyarbakır’da çok kırılgan. Dokununca çok dikkatli olacaksınız! İncitmeyeceksiniz! Sokakta yürüseniz size Diyarbakır Cezaevi’ni anlatacak yüzlerce mağdurla karşılaşırsınız! Hal böyleyken muhafazakarlar ve bazı Kürtler CHP’nin değişmekte olduğuna dair bir vehim geliştiriyorlar. Ekrem İmamoğlu’nun orada bulunmasını bu çerçevede değerlendirmek lazım. Siyasi bir PR çalışmasıydı ama ters tepti!
HDP DE BU ZİYARETTEN HOŞNUT DEĞİLDİ
Bu durumdan HDP bile hoşnut değildi, bakmayın Mithat Sancar’ın İmamoğlu’yla birlikte görünmesine, onun da bu durumdan rahatsız olduğunu düşünüyorum. Ahmet Güneştekin’in bu konuda yanlış bir hamle yaptığını düşüyorum. Bir sanatçı, iktidarı hedefleyen siyasi bir ittifakın yol alması için bir halkın hafızasını ve acılarını kullanarak bir iş yapmaz. Ahmet tam olarak bunu yaptı. Bir sözüm de Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası’na, onların böyle bir süreçte üstlendiği rol de çeşitli şekilde yorumlanabilir. Bölgede son zamanlarda şöyle bir hava var; iktidar değişecek ve yeni gelen iktidara doğru yelkenlerimizi açalım mantığı. AK Parti döneminde büyüyen orta sınıflar, siyasi olarak Tayyip beye karşı her zaman hak hukuk ihlali yaptılar, yani hakkını yediler! Burada da aynı ihlali görüyorum ben.
2022’DE DİYARBAKIR ANNELERİ’Nİ YAZACAĞIM
Son olarak 2009 yılında Cumartesi Anneleri’ni konu alan ‘’Her şey Bitti Ana’ya Söyleyin’’ adında bir kitap yazdınız. Diyarbakır Anneleri’ni de yazmayı düşünüyor musunuz?
Hafıza yazarlığı yapmak gerçekten çok zor bir iş. 2016 Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Rus yazar Svetlana Aleksiyeviç biliyorsunuz bir hafıza yazarı. Genellikle savaşı, kadınları ve çocukları konu alan bir yazar. Son kitabı ‘’Çinko Çocuklar’’da da yine SSCB-Afgan savaşını anlatıyor. Dolayısıyla kolay değil bu iş, düz mülakatlarla Diyarbakır Anneleri anlatılamaz. Benim ‘’Her şey bitti, Ana’ya söyleyin’’ adını verdiğim kitabım Cumartesi Anneleri’ni konu alıyor. Bu kitap için Cumartesi Anneleri ile aylarca çok farklı mekanlarda bir araya geldik. Hayat hikayelerini günlerce dinledim, kayıtlar yaptım ve öyle yazıya döktüm. O dönemde birçok arkadaşımız bu durumu yazmak istedi ama anneler, kimseyle görüşmeyi kabul etmedi. Hatta bir arkadaşım ‘Seninle nasıl konuştular, biz o kadar ısrar ettik kabul etmediler’ dedi. Ben de basit bir şey söyledim. Dedim ki; öyle şeyler yaşamışlar ki bunu size tercüman aracılığıyla anlatmak istemiyorlar. Ben onlarla Kürtçe konuştum çünkü ve benzer bir hafızayı paylaşıyorum. Aynı dili bilmek ve benzer acılara tanıklık etmek ortak bir noktada buluşturdu bizi. Türkiye’de Cumartesi Anneleri’ni anlatan tek kitaptır bildiğim kadarıyla ve kitabın isim babası da Yaşar Kemal ağabeydir.
TRAJEDİYİ YAZMAK CESARET GEREKTİRİR
Bu kış, oğlum Zerdeşt’in hayatını anlatan bir kitaba başlamak istiyorum çünkü ona verilmiş sözüm var. Yıllarca ben ne zaman masa başına geçip bir şeyler yazmaya başlasam, yanıma gelip onunla ilgilenmemi istiyordu. Ben de dikkat dağıtmasın diye hep ona ‘’Zerdeşt beni rahat bırak bak seni anlatan bir kitap yazıyorum’’ derdim. Hoşuna gidiyordu. O konuşamazdı ama kafasını sallayarak tamam derdi, mutlu olurdu. Bu yüzden Zerdeşt’e bir kitap borçluyum. Gelelim Diyarbakır Anneleri’ne, biliyorsunuz şu an da AK Parti MKYK Üyesiyim. Eğer Sayın Cumhurbaşkanımız siyasi çalışmalara biraz ara vermeme müsaade ederse 2022’de Diyarbakır Anneleri’ni konu alan bir kitap yazacağım. ‘Hafıza odası’ hadisesinden sonra bu arzu daha da güçlendi. Ama galiba biraz cesaret biriktirmem lazım. Trajediyi kelimelere dökmek büyük cesaret gerektirir çünkü.
Dipnot: Kürtçe’de ‘qeşmer’ maskara, soytarı manasında kullanılır.