Hedef Türkiye mi? Yazımda işaret ettiğim gibi, İsrail’in Gazze’ye saldırısıyla başlatılan süreç, ABD planının devrede olduğunu Orta Doğu’da sınırların değişeceğinin işaret fişeği 7 Ekim 2023 saldırılarıdır. ABD, Ege Bölgesi’nde 2023 yılından bugüne kadar adalara silah sevkiyatı yaptı.
Savaş gemileri kıyılarımızın az ötesine Kıbrıs Rum kesiminin silahlanması ve Akdeniz Bölgesi’ne savaş gemileri le askeri sevkiyat yapıldı. Suriye’ye gönderilen silahları biliyoruz. ABD; yaptığı açıklamara bakarsak İsrail’e her konuda destek verdikleri mesajını dünyaya vermektedir. Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) İsrail Başbakanı Netanyahu ve eski savunma Bakanı Galant hakkında tutuklama kararı verdi. Bu tutuklama kararı UCM’ye imza atan 124 ülkeye sorumluluk yüklemektedir.
Ancak Lahey işgal yasası resmi adı “ Amerikan askerlerini koruma yasası” ABD müttefiki sivilleri ve siyasetçileri de koruma altına alan yasadır. ABD’ye bir vatandaşı veya müttefikini UCM Hapishanesi’nden kurtarmak için “ Her türlü gerekli ve uygun adımı atma” hakkı veriyor. Tutuklu kişinin serbest kalması için gerekli her şeyi yapma yetkisi vermekte. Yani ABD’den “ Askeri Müdahale” tehdidi geldi.
UCM’nin Gazze’deki savaş suçları iddiasıyla tutuklama kararı sembolik bir hamle olarak gözükmektedir. "Türkiye’nin Bölge Ülkesi Üzerine Dış Politika Analizi” yazımda da ifade ettiğim İsrail’in, Lübnan saldırısı akibetinde Suriye topraklarına tankların girmesi, havadan saldırılarında Suriye’yi S300 ve S400 füzelerinin kullanılmadığı gibi İsrail’e karşı bir saldırı da söz konusu değildir.
Danışıklı dövüş gibi görünse de bir anlaşma olsa bile, Esed şunu geç öğrenecektir. Anlaşmanın hükümlerine bağlı kalınmayacaktır. Bugün muhalif grupların saldırısı bugün ortadadır. Suriye’de 4 bölge şeklinde eyalet yapı gündemde gözükmektedir. Suriye’nin Kuzeyi’nde bir Kürt Devleti’nin kurulacağı belirtileri görünmeye başlandı.
İdlib’te HTŞ ( Heyet Tahrir Şam) DAEŞ (İŞİD), Çeçenler ve birçok örgütün bulunduğu alandı. Şimdi bu muhaliflerin tamamı işbirliği ile Esed’e karşı Halep’e taarruz başlatıldı. Bu örgütler dün dünya terör örgütü listesindeydi. Bugün de bu örgütler muhalifler ismiyle anılarak planın bir parçası halinde destek görerek kendilerine biçilen görevleri yapmaktadır. Irak’ın kuzeyinde Kürdistan Bölgesel Yönetimi bulunmaktadır. Bu sürecin içindedir. ABD Planının yürürlükte olması ve BOP işbirliği ile İsrail tarafından dizayn yapılmaktadır.
Hafızamızı zorlayarak geçmişte olan geçmişte yaşanan olayları hatırlarsak; Kerkük ve Musul 36. paralelin dışında tutuldu. 12 Eylül 1980’de Kenan Evren Türkiye’yi 8 bölgeye ayrılması 8 bölge valisi atanması projesisini hatırlayalım. Eyalet sisteminde Devletin tüm yetkisi valilere dağıtılır. ABD Bölgede silah vermekte destek vermektedir. Silah, mühimmat, yiyecek, eğitim konularında destek olmaktadır. asil onemli olan Bu işin sonu nu düşünülmelidir. Kürt Devleti kurulması burada planın bir parçasıdır.
Burda da “siz ölün biz sonra geliriz” Gazze’deki gibi. Gazze’ye yahudilerin yerleştirilmesinin ayak seslerini duyuyoruz. Kürtler devlet kurduktan sonra Bölgede siyonistlere kalmamasının garantisi var mı? ABD Başkanı Trump “Kürtler bizim için ölüyor” dedi. Bunun açılımı ise kürtlere “siz orayı temizleyin biz geliriz “ mantığıdır. Türkiye’de herkes BÜTÜNLÜK içerisinde birleşmelidir. Muhalif ve müstakil olmak zarar verir. Bölünürsek hepimiz yok oluruz. İran’da Kürtler oranın Batı’sında. Irak’da Kürtler Kuzeyinde, Suriye’deki Kürtler kuzeyde belli bir alanda bölgede yerleşmişlerdir. Eğtim, ticaret, turizm ve her türlü ilişki sadece bu dar bölgede kendi içlerinde olmuştur.
Bundan dolayı Kürt’ler yaşadıkları bölgenin dışında İran, Irak ve Suriye’de diğer bölgelerdeki insanlarla da ilişkileri olmamıştır. Türkiye’deki Kürtlerin durumu farklıdır. 81 İlde, 900 ilçede 100 bin köyde Kürtler yaşamaktadır. Ticaret, eğitim, seyahat ve her türlü sosyolojik ilişkiler iç içedir. Bu sebeple olası bir iç savaş yaratılma durumunda herkes elini değil gövdesini taşın altına koymalıdır.
Bu çerçevede Türkiye Suriye’deki savaşa girmemelidir. Kısaca Suriye’ye girmemelidir ancak; Suriye’de ve Irak’taki Kürt yapı ile siyasi ve ekonomik iyi ilişkilerin kurulması zorunludur. Bölgede bu yerlerde varlığımız ve etkinliğimiz olmalıdır. Bu çerçevede Türkiye’ye dönersek hedef ülke Türkiye ise 85 milyon vatandaşımıza da sorumluluk düşmektedir.
40 yıllık terör ortamı, 100 binden fazla insanın ölmesi, yaralanması, milyarlarca doların savaşta harcanması, binlerce insanın tutuklanması, köy boşaltmaları ve her türlü mağduriyetleri herkes bir köşeye bırakmalıdır. Bu süreç; İmralı, Kandil, DEM ve Selahattin Demirtaş’ı aşan bir süreçtir. Ancak İmralı ve Kandil’in bu sürece katkı sunması gerekmektedir. Bu süreçte “Seni Başkan yaptırmayacağız” “ Gelir bir kaçak çay içer gider.” Gibi basit sloganlar ile süreç yürütülemez. İmralı da kendine düşen Barış Ortamı için gerekli açıklamayı bir an evvel yapmalıdır. DEM Partisi süreçte geçmişten de ders alarak sürece katkı koymalıdır. Kandil de terörün bittiğini ortaya koymalıdır.
Barışın, kardeşliğin konuşulduğu masada silah olmaz. Silah olursa barış konuşulmaz. Diğer bir konu 2015 yılında gündeme getirdiğim konudur. Barış önemlidir ancak barışa giden yol daha önemlidir. Mutlaka korunmalıdır. Onun için bu sürecin yasal korunması ele alınmadır. DEM Partisine düşen görev, Türkiye’de yaşayan halkları endişelendirecek talepler sarfetmemeleridir. Olası böyle bir süreç Türkiye’nin sonudur. Ya Orta Doğu’da yaşanan olaylar içinde yerimizi alır parçalanmaya sürüklenme riski ile karşılaşırız ya da 85 milyon tek güç halinde bütünlük içerisinde varlığımızı bayrağımız altında toplar ve koruruz.
Tabi ki bu süreçte atılması gereken adımların devletimiz ve hükümetimiz üstlenmelidir. TBMM’de yasal olarak güven verici ortam sağlanmalıdır. Bu kanunların bir an evvel çıkartılması gerekmektedir. Demokratikleşme, temel hak ve hürriyetler, düşünce özgürlüğü, hukukun üstünlüğü, Adalet, herkese eşit kanunların uygulanması, insan haklarının iyileştirilmesi ele alınmalıdır. Tüm bu görevler yüce meclisimize düşmektedir.