Bazen, yaşamımızı farkında olmadan yaşanmaz şekillere sokuyoruz. İnsanları, zamanla mutsuzluğa sürükleyen şeylerin üzerine hiç düşündüğünüz oldu mu? Doyumsuzluk örneğin, ne yaparsan yap eldekiyle yetinememe. ‘Ne kadar çok şeye sahip olursak, o kadar çok mutlu oluruz’ düşüncesi hepimizin bilincine yerleşmiş gibi.
Tüketim çılgınlığı, bazı akademisyenlere göre ‘bireyin, seçeneklerin çokluğundan dolayı parçalanan kişiliğini tekrar inşa etme ve anlamını yitiren dünyasına anlam kazandırma biçimi olarak görülen bir eylem bütünü.’ Bana göre de, aklın devre dışı kalıp, egonun açığa vurması. İnsanın kendi etiketini oluşturup, kendine yeni bir kimlik yaratma ihtiyacından başvurduğu her şeyin en iyisini, en teknolojik olanını, en şık, en lüks olanını kendinde toplama çabası. Çok fazla şeye sahip olunca çok daha mutlu olunacağına inanma yanılgısı. Yaşadığımız tüketim çılgınlığı, gösterme çılgınlığı ile birbirini tamamlıyor aslında. Çoğu insan artık arabasını, yeni elbisesini, aldığı son model saati, yediği yemeği ya da kendini ispat etmek istediği ne varsa, sosyal medya hesaplarından göstererek yeni bir benlik oluşturma arayışına giriyor. Kabul edilme, ben de varım deme biçimi aslında çoğu insanın farkında olmadan tükenmesine sebep oluyor.
Tüketim kavramı, sadece ekonomik bir eylemi değil, aslında çoğu şeyi içinde barındırıyor. En basiti, zamanı tüketiyoruz, bilgiyi hızlı tüketiyoruz, ilişkileri… ‘Tüketici insanın ana gayesi bir şeylere sahip olmak değildir, iç dünyasındaki boşluğun dirençsizliğin, yalnızlığın ve endişenin üstesinden gelebilmek için daha çok tüketmektir’ sözü, çoğu şeyi destekler nitelikte. Şunu çok iyi biliyorum, içimizdeki boşluğu doldurmanın yolu hep almak değil, bazen de karşılıksız verebilmekten geçiyor.
Yeni Journal’da yayımlanan köşe yazıları, yazarların kendi görüşlerini yansıtmaktadır. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlara aittir.