Bazı gerçekler yaşarken acıdır, yıllar sonra masala dönüşür. Bazı masallar ise, masal olmayacak kadar gerçektir. Gerçeklerden kaçanlara ders olsun diye hep anlatılır. Bazı hayatlar biter bitmez unutulmamalı. Bazı hayatlar ise, tekrar tekrar yaşanmak için, tekrar tekrar masal gibi anlatılmalı.
Şu fon meselesi başta olmak üzere, kolay yoldan zengin olma, kara para aklama, devleti dolandırma, yetim hakkı yeme gibi boğazlarına kadar harama batıp, bir türlü tamah etmeyen insanları gördükçe, aklıma geçmişte gazete ve kitaplara konu olmuş Sülün Osman’ın hikayesi geldi.
Dünyaca ünlü dolandırıcı Sülün Osman. Yani Osman Ziya Sülün. Köprüleri, yolları, saat kulelerini, tramvayları, kampüsleri her yeri satan adam. En büyük hüneri kendisine ait olmayan yerleri satmakmış. Ünlü Fransız dergisi Le Figaro’ya ‘Gerçek bir sanatçı bir dolandırıcı’ başlığıyla kapak olmuştu. Aziz Nesin kitabına yazmıştı. Ama şöyle bir gerçek varmış ki, sattığı hiçbir yerin gerçek sahibi kendisi değilmiş. Hiçbir zaman da, devleti dolandırmamış. Her yakayı ele verdiğinde, bu satışlarla ilgili kendisini; ‘Adamlar koca köprünün sahibinin benim olacağıma ikna olacak kadar salaksa ben ne yapayım’ diye savunurmuş. 61 yıllık hayatının 18 yılını cezaevinde geçirmiş. Her tahliyesinde de; ‘Bu kadar saf varken benim dolandırıcılığın dışında başka iş tutmam enayilik olur’ diyormuş. Dolandırıcılar kralıydı. Aslında tamahkâr zihniyeti dolandırıyordu. Çalışmadan, üretmeden zengin olmayı hedefleyenleri tokatlıyordu. Bir mahkeme ifadesinde aynen şunları anlatıyor; ‘’Benim dolandırdığım insanların aslında bana yaklaşma sebepleri, beni dolandırmaktı. Hayatım boyunca hep tamahkâr insanları dolandırdım. Tamah benim en büyük ortağımdır. Ben hayatım boyunca devleti dolandırmadım’’
Bugün yaşananlara baktığımızda, Sülün Osman hikayesini yazamadan, hatırlatmadan geçemedim. Elbette ki; Sülün Osman’ın yaptıkları tasvip edilmez. Ancak hikayesinde kafalara kazılması gereken, söylediği önemli bir şey var. Tamah..
Tamah insanı felakete sürükler. Olanı da siler, süpürüp götürür. Aynen Fatih Terim’lerde olduğu gibi… Hepsi alanında kendilerini ispatlamış insanlar. Milyonlarca taraftarı olan kulüplerde yıldızlaşmış ve milyon dolarlar kazanmış tipler.. Ama maalesef bu milyon dolarlar öyle anlaşılıyor ki, onlara yetmemiş! Yetmemiş ki, faizlerle bu milyon dolarları milyarlara yükseltmek için bu ağa düşmüşler. Allah ya… İşte tamah etmenin en büyük cezası.
Şan, şöhret tahtlarından inmeyen koca koca adamların yaptıklarına bakar mısınız. Alın teriyle kazandıkları milyon doları beğenmeyip, o milyon dolarları kat be kat artırmak için girdikleri yola, düştükleri rezilliğe bir bakın. Faizlerle milyonları, milyarlara yükseltmek için düştükleri bataklığa bir bakın. Bunun adı tamahkarlıktır, gözlerinin doymaması ve aç gözlülüktür.
Efendimiz (S.A.V), “Bu dünya malı göz alıcı ve tatlıdır. Kim bu mala tamah etmeden gönül zenginliği ile sahip olursa, kendisi için malı bereketlenir. Ama kimse hırs ve tamah dolu bir kalple bu malı isterse, tıpkı yiyip de doymayan kimse gibi, onun için malın bereketi kaçar’’ diye buyurmuştur. İnsanoğlunun gözü hep açtır. Her daim daha fazlasını ister.
Nasıl bir toplum olduk öyle.. Bir türlü doyamadığımız, hep daha fazlasına sahip olmak istediklerimiz ne kadar da arttı böyle. Kara para aklamalar, haksız kazançlar, devleti dolandırmalar aldı başını gidiyor. Bataklığa saplananlara bir bakın. Mesele yüksek faiz olunca, akıl da gidiyor. Doyumsuzluk bunlarda akıl filan da bırakmamış.
Sülün Osman’ın da dediği gibi, tamah dolandırıcıların en büyük ortağıdır. Kurbanlar da, bir türlü gözü doymayan, tamah etmeyenlerdir. Fatih Terim gibi milyonlar var. Kamuoyuna yansımadığı için pek binilmiyor.