Yas tutmak asil bir davranıştır; onu unutmamak için yemin etmektir. İçtenlikli bir sevginin ve yaşanmış merhametli anların ilanıdır. Yas tutmak, onun değerini bilmektir. Değerini diğer herkesle paylaşmaktır. Yas tutmak yas tutulduğunun bilinmesidir. İnzivaya çekilip birinin yasını, en izbe yerlerde tuttuğumuzda da durum böyledir. Hiç kimse bilmiyor olsa bile yas tutan bilir. Her insanoğlu yasının tutulmasını hak eder; çünkü yaşamak, tek seferlik bir şanstır ve o şansını kaybeden herkes anılmaya değerdir.
Elbette bu hayatı terk ediş sebeplerimiz önemlidir. Kimi terk edişler daha yakıcıdır. Daha trajik ve daha derin yaralara sebep olur. Herkesin iyiliği için bir şeyler yapıp, bu dünyadan göç etmek ya da göç etmek zorunda bırakılmak, Özellikle de bırakılma eylemi, insan kurban yapar. Ve kurbanların hafızamız da yaşıyor olması, sadece ahlaki bir sorumluluk değil, aynı zamanda bir gönül bağıdır da.
Hiç kimse bu gönül bağına gölge düşsün istemez. Hele bu bağın kirletilmesi, isyan için meşru sebep oluşturur. O nedenle yas ile halayı yan yana düşünmeyiz. Kimi kültürlerde yas kısmen neşe içerse de bizim böyle bir kültürümüz ya da böyle bir yas ritüelimiz yok. Yasa neşe katmak bizi öfkelendirir. Ama öfke ne kadar büyük olursa olsun yas kültürümüz saldırganlığa izin vermez. Yaslıyken saldırganlaşmak, hafifliktir. Makul karşılanmaz. Yas öfkesi, ancak sosyal olarak neşeyi, küçümsemeye izin verir. O kadar.
Şimdi burada biraz soluk alıp büyük resme serinkanlıca bakmakta fayda var; Bir ulusu, bir toplumu bilgilendiren büyük meseleler de rasyonel davranmak, o meseleye daha doğrusu o meselenin çözümüne duyulan büyük saygının gereğidir. Saygı meseleyi doğru kavramaya bir adım daha yaklaşmak demektir. Saygı duymadığımız hiçbir meseleyi gerçek anlamda kavrama şansımız yoktur. Büyük meselemiz nedir? Büyük meselemiz Kürt sorunu ve onun muhtemel çözümüdür. Kürt meselesinin çözümü için, Kürtlerin hem yasa ihtiyacı var hem de diri bir hafızaya. Aslında yas hafızanın küçük bir parçasıdır. Yani tam da bu noktada elimizdeki en büyük malzeme hafızadır. Hafıza çözüm için gereklidir ve sırf bu nedenle hafızayı diri tutacak, ona açık bir kitap seviyesi kazandıracak her şey gerekli ve doğrudur. En acıtıcı şeyler bile.
Bilirsiniz benim yazılarımda Walter Benjamin’nin bir sözü büyük bir minnet ve şükranla anılır. Ne diyordu Benjamin’’ İnsanları devrim yapmaya iten, özgürleşecek torunlarının hayalleri değil, köleleştirilmiş atalarının hatıralarıdır.’’ Hafıza geriye doğru işler, tıpkı tarih bilgisi gibi ve yine tıpkı tarih, gibi o da ileriye doğru ilerler. Hafıza bir tecrübenin sonucu oluştuğu için de kolayca arzuya dönüşür. Arzu, tutkuyu tetikler ve hafıza gün ışığı gibi aydınlık hale gelir. İşte burada en kıymetli şey, onu köreltmemek olur. Onu karanlık koridorlara mahkûm etmemek olur.
Siyaset de hafızayı diri tutar sanatta. Siyaset nasıl kendi amaçları için hafızayı diri tutmaya ihtiyaç duyuyorsa, sanat da kendi amaçları için hafızanın diriliğine ihtiyaç duyar. Ama hem sanatın hem de siyasetin amaçları farklılaşabilir. Siyaset, hafızayı birlik için kullanır, sanat ise hissetmek için. Siyaset kesinlik peşinde koşarken, sanat hissetmeye duyumsatmaya odaklanır. Siyaset hafızayı teke indirmeye çalışırken, sanat hafızayı özgürleştirir. Siyaset hepimiz için hafızdan tek anlam çıkarmaya çalışır, sanat herkes için kendince bir anlamın imkanını yaratır.
Diyarbakır’da Ahmet Güneştekin sergisinin yarattığı kargaşa tam da bu meselede daha anlamı hale geliyor. Hafıza odası, sanat vasıtasıyla hafızayı diri tutmak çabasıdır. Nesnel olarak bu böyledir. Hatta yaratıcı sanatçının niyetine rağmen durum budur ve bu çaba bu yanıyla kuvvetli hafıza katkısıdır. Sunumu ve katılımcılarım kimliği bu gerçeği değiştirmez. Çünkü her sorun eninde sonun da muhatapların yüzleşmesiyle çözülür. İhtilafa neden olanlar yüzleşmeden hiçbir sorun gerçek anlamda çözülmez. Elbette büyük sorunların büyük günahları olur. Buna şüphe yok. Ama o büyük günahlarla yüzleşmeden kim neyi çözebilir ki?
Ahmet Güneştekin’in hafıza odası, küçük bir yüzlemeye vesile oldu ve üzülerek söylemeliyim ki, hiçbirimiz o büyük yüzleşmeye hala hazır değiliz.
Yeni Journal’da yayımlanan köşe yazıları, yazarların kendi görüşlerini yansıtmaktadır. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlara aittir.