Sorunun fena halde yaman bir soru olduğunu biliyorum. Niyetim hiç kimsenin iktisat bilgisini test etmek değildir. Çünkü gerçek cevabı ben de bilmiyorum. Her şeyden önce iktisatçı değilim ve bilmediğim konular da toplara girmem. Ama herkesin hayatına sirayet etmiş yoksulluk, faiz ve enflasyon hikayeleri mutlaka vardır. Bugün size böyle bir hikaye anlatarak, yoksulluktan ne anladığımı, faiz denilince zihnimde nelerin canlandığını ve enflasyon kelimesiyle ne zaman karşılaştığımı anlatacağım.
Hikayeyi hatırlayabildiğim kadarıyla anlatıyorum. Elbette o zamanlar daha çocuktum, ilk okula gidiyordum. Babam Şêxê Şero, Batman’da demir çimento tüccarlığı yapıyordu. Demir ve çimentonun yanı sıra, Savur’dan getirilen kavak ağaçlarının o pürüzsüz gövdesini de toprak damlı evlerin tavan döşemesi için satardı. Yetmiş’li yılların başında bu ticaret havuzuna bir de gözenekli briketler eklendi. Briket makinalarını hatırlıyorum. Dört adettiler ve peş peşe dizilmişlerdi. Kalıpların içine harç konuyordu ve üstten gelen presler, harca şekil verip ona briket biçimi kazandırıyordu.
Yıllarda babamın bir ortağı vardı, adı Hacı Halef’ti. Okuma yazma bilen oydu. Dolayısıyla ticarethanenin bütün hesaplarını o tutuyordu. Babam bütün hesaplarını kafasına yazıyordu ve bu durumdan son derece şikayetçiydi. Durumumuz çok iyiydi çünkü babamlar çok iyi kazanıyorlardı. Bir süre sonra babam huzursuzlanmaya başladı. Günlük alışverişi ve kazancını Ali abime yazdırıyordu. O gün Ali abimin başka bir işi olmalı ki, babam bana seslendi ve günlük hesabı tutmak için kalem ile kağıtla birlikte yanına gelmemi istedi. Hesabın ayrıntıları şu an hafızamda yer almıyor ama babamın o günkü duygusu ve duyarlılığı sanki o gündeymişiz gibi anılarımda hep canlı kaldı.
O söylüyor ben topluyorum ve çıkarımlar yapıyorum. Sanırım hesaplar da hiç tahmin etmediği bir kazanç vardı ve bu onu çok huzursuz ediyordu. ‘’Biz’’ dedi,’’ kavak kerestelerini filankesten şu paraya aldık ve anlaşılan bu fiyatın, iki katına satmışız.’’ Ben birazda sevinerek ‘’ bu çok iyi değil mi baba’’ dedim. Babam kaşlarını çattı, sertçe gözlerimin içine baktı ve dedi ki’’ açgözlü olmak, anlımıza sürülecek en kara lekelerden biridir. Çok şükür aç gözlü olmaya ihtiyacımız yok ve buna tenezzül etmeyiz.’’
Babam sözünde durdu. Kereste sattıkları adamı geri çağırdı ve ona gerçek fiyattan o keresteleri daha ucuza sattı. Sanırım bu kriz Babam ve Hacı Halef’in ortaklığında ortaya çıkan ilk ciddi krizdi. Çok sürmeden o ortaklık bitti. Sonradan öğrendik ki, Hacı Halef birçok kişiyi istismar etmiş. Öyle ki, bir gün babam iş dönüşünce, Hacı Halef’in, evini Halep’e taşıdığını daha doğrusu kaçırdığını söyledi. Birinci caddeler, istismar edilen insanlar, Hacı Halef’i bulamayınca çocuklarını öldüresiye dövdüklerini de anlattı.
Yazının başında da belirttim ben iktisatçı değilim. İktisat meselelerinde toplara girmem. Yoksulluğun kökenin de faiz mi var yoksa enflasyon mu yoksulluğu azdırıyor, bu soruların yanıtlarını ayrıntılarıyla bilemem. Elbette, herkes kadar bu konuda bir fikrim var ama bu kadar fikirle uzmanlık taslamak bize yakışmaz.
Babamın hikayesinde görüldüğü gibi, yoksulluğun biricik nedeni açgözlülüktür. Açgözlülük çok şey istemek değildir; açgözlülük hak etmediğin çok şeyi istemektir. İşte meselenin özü ve ahlakı merkezi de buradadır. Aç gözlülük başkalarının hak edişlerine, dadanmaktır. O hak edişleri ödemeden gasp etmektir. Açgözlülük bir diğer deyişle gaspçılıktır. Yoksulluğun tarih kadar eski olduğunu düşünürsek, faiz ve enflasyondan daha çok ve daha derin olarak açgözlülüğün yoksulluğu doğurduğunu söylemeliyiz. Aslında faiz de enflasyon da açgözlülüğün zehirli meyveleridir. Açgözlülük bir ağaç, faiz ve enflasyon iki dal ve sonuç. Açgözlü bir toplumda faiz de enflasyon da sadece yoksulluğu yokluğa gark ederler. Faiz de enflasyon da yokluğun iki mezar kazıcısıdırlar. Rahmeti, Şexê Şero’ya göre faiz haramdı ve enflasyon da sadece açgözlülüktü...
Yeni Journal’da yayımlanan köşe yazıları, yazarların kendi görüşlerini yansıtmaktadır. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlara aittir.