Her olayın iki yönü, acının ise tek bir dili var. Her yaşanmışlığın bir öyküsü, yaşanamayanlarınsa çaresizliği…

Acı etrafında birlik olmamız gereken zamanlarda, bin parçaya bölündük. Siyasi primler, vicdani yoksunluklar, dini sömürüler, maddi çıkarlar ve manevi menfaatler…

Tek bir amacımız olmalıydı. Kurtarmak ve kurtarılamayanların ardında, bıraktıklarını sarmak. Dünyanın dört bir yanından, yardımlar sorgusuzca geldi. Biz, bize geç kaldık.

Çocuğumun sesi kesileli iki gün oldu, bir avuç toprağı bari olsun. Ölüsünü verin artık bana, diye feryat eden bir annenin karşısında, milyonlarca insan çaresiz kaldık. Daha cansız bedenleri çıkarılmamış, taşların arasında yağma yapan insanların vicdanını değil dilini, dinini, ırkını sorguladık. Yine koptuk. Yağmacılara karşı uygulanan şiddete, birçoğumuz ‘oh!’ dedik. Belki hak ettikleri çok daha fazlasıydı, ama bunu yaparken, senelerce mücadele ettiğimiz şiddete kucaklarımızı açtık. Bir mücadeleden daha vazgeçtik.

Utandık. Sıcak evden, çeşit olsun diye aldığımız ayakkabıların fazlalığından. Boğazımızdan geçen bir lokmadan…

15 yaşındaki kızının, cansız bedeni başında elini bırakmayan babayla birlikte üşüdük. Enkazın altında doğum yaptıktan hemen sonra ölen annenin, bebeğine veremeyeceği süte yutkunamadık. Daha gözlerini açmadan kimsesiz kalan bir bebeğe kucak açtık. Göçük altından çıkarken başörtüsü isteyen kadına ‘oğlunum ben senin’ diyen görevliyle birlikte, bilmediğimiz bir annenin evladı olduk.

Yakınlarımıza ulaşamadık. Senelerce, ulaşılamayacak alanlarda bile ‘biz varız!’ diyen operatörlün yalanlarıyla yüzleştik.

Kumbarasındaki parasını bağışlayan çocukların paralarına avuç açtık. Hiç tanışmamış olmamıza rağmen, hiç bilmeyeceğimiz insanlar için omuz omuza günlerce yardım taşıdık. Yardım tırlarının önü kesildi!

Bir yandan, deprem bölgesindeki tanıdıklarımıza ulaşamazken, diğer yandan, onlara yardım etsin diye ailemizi tehlikeyle paylaştık. Tereddüt dahi etmeden!

Sağlık çalışanı bir arkadaşımla, bölgeden yeni dönmüş itfaiye görevlisi arkadaşımın konuşmalarına şahit oldum. Olmak istemezdim…

Kaç kişi öldü hastalarından diye sordu, iki binden fazladır dedi sağlık görevlisi arkadaşım. Oluşan sessizlik sonrası söyleyebildiği tek şey; ‘benim orda kurtardıklarım burada öldü mü şimdi.’

Umutla mücadele edildi, edilmeye de devam ediyor, ama eksiğiz. Parçalanmışlıkların yetersizliği yüzünden kaybediyoruz.

Şimdi ne olacak?                                                                

Şehirde yıkım başladı, yapacak bir şey kalmadı diye kendi hayatlarımıza kaldığı yerden devam mı edeceğiz? Bir ekmeği 15 TL’ye satan fırını unutacak mıyız? Her gün kahvesini içtiğimiz kurumların, taziye mesajı bile yayınlayamadıklarını göz ardı edip yine yudumlayacak mıyız o kahveyi? Bölgeye yakın lokantaların bir çorbayı 80 TL yaptığını hatırlamayacak mıyız? Uçurtma uçurması gereken çocukların, taş yığını altındaki cansız bedenlerine, balon astık diye iyileşecek miyiz?

Kaybolan bir tokanın bile eksikliğini hissederken yok olan hayatları nasıl kabul ettireceğiz?

Var olandan uzaklaşıp bölündüğümüz sürece iyileşemeyeceğiz. Sarmamız gereken yaraları görmeyip, öfkemizle zarar verdiğimiz sürece, hep acı üzerine acı koyacağız. Senin acının, benim acımdan daha büyük olmasının ne yararı olacak ki? İki yarım bir tam edebilecekken yine mi bölüneceğiz?

Günü gelecek, unutulmasa da hafifleyecek. İşte o zaman, orda olacağız. O zaman soracağız, o zaman kızacağız. Ve bu felaketi, tekrar aynı şekilde yaşamamak için elimizden geleni yapacağız.