Bak bir varmış bir yokmuş eski günlerde, güzel bir kız yaşarmış boğaz içinde. İşte bir sabah erken masal böyle başlamış…
Küçük evimizin minik bir köşesinde, annemin soğuk kollarını severek uyuduğum zamanlarda dinlerdim bu parçayı. Huzur kokan satırlardır benim için. Her anne çocuktu bir zamanlar. Masal dinleyen, yaramazlık yapan, ağlayan, gülen, isteyen…
Anne olmak büyümektir elbet ama onlarında geçmişte çocuk olduğu gerçeğini değiştirmez. Annemin 37 yaşındayken annesini kaybettiğinde yaşadığı yalnızlığı ve acıyı günlerce, belki de aylarca izledim. Ona iyi gelebilecek biri ya da herhangi bir şey yoktu. Zamana ihtiyacı vardı sadece. Unutulacak ya da alışılacak bir durum olmayan annesizliği öğrenmesi için.
Anneliğin yükümlülükleri öğrenilir belki ama his yaradılıştan bahşedilen bir değerdir.
Düşe kalka.
Kendi doğrun işe yaramadığında yeni yollar bula bula.
Onun için her şeyi yapmaya hazırken, kalkmayı kendi öğrensin diye zorla kendini tuta tuta.
Bir insan yetiştirmenin sorumluluklarından korkarak...
Ben annesi babalık da yapmış olanlardanım. Şanslılardan. Bir kadının gücünü, fedakarlığını, nelere göğüs gerebileceğini çıplak gözle ezberleyenlerdenim.
Sonu gelmeyen bir kitap gibi her sayfasında yeniliği yaşayan, gururlanan, iyi ki diyen ve şükreden bir evladım.
Çok güzel, başarılı, dik başlı, iş dönüşü yemek yapan ama yeri geldiğinde musluk tamir edebilen güçlü bir kadının kızıyım, iyi ki.
Güçlü kadınların getirdiği büyük sorumlulukları da bizzat yaşayan biriyim, düşmeme, ağlamama, acı çekmenin ve kaybetmenin ne olduğunu öğrenmeme izin veren ama vazgeçmek, pes etmek kavramlarını asla kabul etmeyen.
Her zaman başka bir yolun varlığına beni inandıran bir anne tarafından büyütüldüm.
Büyürken kızdım, küstüm, şimdilerde hatırlayamadığım ne çok şeye isyan ettim.
Anne olmadım ama anneliği anladım. Hiç kimsenin sarsamadığı dağı, tek bir kararla yıkınca anladım. Geceden sabaha kırışıklıkları artmış bir şekilde uyandığında fark ettim. Yüzü gülerken gözleri ağlayınca hissettim.
Bugünden sesleniyorum geçen 25 yıla: Ben ‘annemde’ sevmediğim tüm huylara sahibim.
Biyoloji kısmına hiçbir zaman inanmadım. Yürekten gelen anne-babalığın doğruluğuna ve masumluğuna inandım hep.
Bu yüzden, peluşlarının üstünü örten küçük kızların, çikolatasının büyük kısmını kardeşlerine veren ablaların, hayvanlarının doğum tarihine kadar bilen pati annelerinin, tüm zor süreci, sorumluluğu dimdik omuzlarında taşıyabilen engelli annelerinin, doğumda ya da farklı bir şekilde hayatını kaybetmiş melek annelerin, öğretmenlerin, koruyucu annelerin, bakıcıların yüreğinde o sıcaklığı bulabilen tüm kadınların…
Oğlunu vatana şehit verenlerin.
Ve son olarak,
6 Şubat felaketinde evladını kaybeden tüm annelerin
Bugün elini öpemediğiniz annelerimizin
Anneler günü kutlu olsun!
Var oluşun kadına muhtaçlığının unutulmaması umudu ile…