İnsanın Anlam ve Hakikat Arayışı
Akıl sahibi olarak halk edilmiş olan insanın hakikati ortaya koyma adına değişik yardımlardan faydalandığı kuşkusuzdur. Bu çabanın hem öğrenen için ve de hem de öğretenler için son derece başarılı bir süreci öne aldığı muhakkaktır. Hatta kendi dışında söylenileni öğrenerek hakikate daha da yaklaşan bu kesimlerin zaman içinde tevhidî yaklaşımları fark etmek suretiyle hakikatin yanında durabilmeyi göze alabileceklerdir.
Etrafında olup bitenlere anlam verebilecek karakter ve donanımda yaratılmış olan insanın yaşadığı hayatta düzen kurma adına en değerli vasfı olan üretme yeteneği, doğaldır ki Yüce Allah’ın gözetim ve denetiminde olduğu zaman istenilen sonuçlara daha kolay ulaşılabilecektir. Bu yüzden de bahsedilen ekonomik düzenin hâlis olması hususu, zaman içinde akleden kişiler bazında kişisel ve toplumsal kazanımın görünür esaslarından addedilecektir.
İşbu nedenden ötürü de birey ve toplumların kendilerinin kalkınma ya da diğerlerinin önüne geçme adına bazı kazanımlara sahip olması gereklidir. Öyle ki bu kazanımların şirk ve müşrik düzenin eskiyi savunma adına dünden kalana sahiplenmesi şeklinde değil, insan ve toplumun gelişme ve de kalkınması adına gerekli olan ekonomik alt yapı ve de buna uygun olarak gelişen sosyal seviyeyle ilişkili olmalıdır.
İnsan ve toplumların dünden kalanları yanlış-doğru ayırmadan hakikat şemsiyesi altına alması demek olan müşrik düzenin bilinen yaklaşımı, hemen her daim hakikat düzeni ölçeğinde hem eleştirilmiş ve de hem de doğru yaklaşıma işaret edilmiştir. Şirk düzeninin ekonomik zihniyet ve de yaklaşımını eleştiren ve dahi onun alternatifini ortaya koyan bu çalışmanın insan, toplum ve ekonomi ilişkisini vahyin çerçevesinde olması gereken ahlâkî, adlî ve de ekonomik esaslar paralelinde yeniden ele aldığı kuşkusuzdur.
Bütün bunları göze alarak yapılan bu çalışma, ilkesel yaklaşımın tesisinin yanı sıra, insanın olan ile olması gereken arasındaki koparmış olduğu bağı yeniden inşa etme iradesi olan ekonomik endişesine de cevap vermektedir diyebiliriz.
Netice olarak desek yeridir ki, tevhidin kurumsal rekabet içinde olduğu şirk olgusunun özellikle de ekonomik endişeler üzerinden kendisine nasıl bir yol çizdiği sorunu, arayışın bel kemiğini oluşturmaktadır. Hemen bunun akabinde ise şirk eğiliminin öteden beri çizmiş olduğu yolun da tevhidi buharlaştırdığı hususunun ele alınmış olduğu bu çaba, temelde bir tespit, betimleme ve dahi kıyaslama iradesi üzerinde ilerleyecektir.
Bahsedilen durum şirk olgusunun diğer yönleriyle birlikte irdelendiğinde her iki sistemin de hakikat kodlama gibi bir tercihinin olduğu yakından görülecektir. Netice olarak bizim yapmak istediğimiz şey, tevhit ve şirkin ekonomik panoramasını vermekten ibaret olacaktır. Yukarıda bahsedilen görüntünün insanlık var olduğu müddetçe hayatiyet bulacağı hususu ise, izahtan vareste bir tespit olarak kalmalıdır.
Bilindiği kadarıyla insan ve ekonomi olgusu hayatın temel değişkenidir. O sebeple insanın olduğu her yerde ekonominin aktif bir figür olarak onun hayat ve beklentilerini yönetmesi normal karşılanmalıdır. Belki de bu sebeple insanın başıboş halk edilmediğini açıkça ortaya koyan dinin bu alanı yani insan ve ekonomi sahasını atlaması mümkün değildir. İşbu nedenden ötürü tevhit ve ekonomi bağlamında ele alınan her çalışmanın aynı zamanda onun çeldiricileri olan şirk ve küfür düzeninin ekonomik sistemine karşı da bir alternatif olduğu unutulmamalıdır.
Hatta şirk ve ekonomi anlamında hayata akseden her olgunun tevhidin çizdiği sınırlar dolayımında yeniden değerlendirilerek sistem içine alınması iradesi, din denilen olgunun bu tür olguları mercek altına almasındaki yeter sebep gibi görünmektedir.
Görebildiğimiz kadarıyla şirk ve ekonomi arasındaki doğrudan ilişki, kişi ve toplumun can damarını teşkil eden ekonomik algıdaki bütün yönelimleri değiştirmiş gibidir. O nedenle bu durum, bütünüyle doyurulma hevesinde olan insanoğlu için güçlü bir çeldirici hükmünde olmuştur.
Yine bu istek, yüce amaçlara erişme uğrunda tanıdık araçlara yapışma gibi tevhit düzeni içerisinde asla kabul edilemez bir davranış modelinin de kanıksanmasını deruhte etmiştir. Denilebilir ki, şirk eğiliminin olmazsa olmazı olan bu yaklaşım, yüce değerlerin profanlaşmasının da kaynağını teşkil etmiş gibidir.
Bu eğilim üzerinden kendilerine büyük bir statü kazandırmış olan mevcut yapıyı koruma güdüsü ise, şirk şeklinde icra edilmekte olan bir dinsel davranışın toplumsal yapıdaki etkinliğini daha da kuvvetlendirmiştir. Oldukça farklı bir denge anlayışı olarak, müşrik toplumda bu amacın gerçekleşmesine matuf olmak üzere, toplumsal zenginlik kaynaklarının toplumun ileri gelenleri arasında dengeli bir şekilde dağıtıldığı da görülmektedir.