İyilerin azaldığı, kötülerin çoğaldığı bir döneme girdik. Dünya artık maalesef kötülerle doldu. Küçücük günahsız sabilerin, şiddete maruz kaldığı ve acımasızca katledildiği bir dünyada yaşıyoruz. Batsın, yıkılsın bu dünya!

Her sabah yeni bir ‘Çocuğa şiddet ve çocuk cinayetleri’ haberleriyle uyanıyoruz. Doğrusu bir yılı aşkındır terör devleti İsrail’in çocukları katlettiğini büyük bir acıyla sadece izliyoruz. Günahsız, savunmasız binlerce çocuk kahpece katledildi. Mekanları cennet olsun.

Hadi İsrail’i tanıyoruz, biliyoruz. Siyonist terör devleti. Ya peki bizim içimizdeki, birlikte aynı havayı solduğumuz, aynı marketten, aynı fırından alış veriş yaptığımız gözü dönmüş çocuk katili sürüleri kim? Onlara insan demek acıtıyor beni. İnsan görünümündeki bu iğrenç yaratıklar, günahsız savunmasız çocuklara kıyıyorlar.

Kimisi istismar, kimisi şiddet, kimisi ise katlediyor çocukları. Burası nasıl bir dünya oldu böyle. 7 yaşındaki çocuğu yumruklayıp, sonra bir eşya parçası gibi fırlatacak kadar vicdanını kaybetmiş iğrenç yaratıklarla aynı havayı soluyoruz. Bu gözü dönmüş cani, cezaevi yerine toplumun içine gönderiliyor.

7 yaşındaki çocuğa şiddet uygulayan merhametsiz, ne diye salıverilir anlamak mümkün değil. Mahkemeler milletin vicdanıdır. Millettin vicdanlarını rahatlatacak adil ve tarafsız kararların verilmesi gerekir.

Toplumda kötülerin artması, vicdan ve merhametin de azalmasına neden oldu. Zaten toplumun geniş bir bölümü de ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ anlayışında. Bu doğru bir bakış açısı asla değildir. Her şeyi devletten beklemek olmaz. Her vicdan sahibi onurlu vatandaş kendi hanesinin, kendi çevresinin polisidir.

Yanlış anlaşılmasın. Kimseye ‘Kendini adalet’ yerine koy demiyorum. Asla hukuk ve adaletin dışına çıkılsın demiyorum. Demek istediğim çevresinde, mahallesinde veya oturduğu binada çocuklara şiddet uygulayan canileri devletin ilgili kurumlarına bildirmeleri gerektiğidir.

Bu asla ihbarcılık değildir. Aksine masum, günahsız ve savunmasız çocukların hayatta kalmasını sağlamaktır.

Yüce Allah’ın insanın fıtratına yerleştirdiği müstesna duygulardan biri de merhamettir. Merhamet; Cenab-ı Hakk’ın Rahman ve Rahîm isimlerinin gönüllerdeki tecellisidir.

Merhamet; sıradan bir acıma duygusu değil, merhem olmaktır yaralı gönüllere, dokunabilmektir mahzun yüreklere. Merhamet; ‘Bana ne!’ duyarsızlığı değil, ‘Bana düşen ne?’ hassasiyeti göstermektir her şeye ve herkese. Merhamet, sadece insanların maddi sıkıntılarını gidermek değil, ilim ve hikmetle buluşturmaktır zihinleri, şefkat ve muhabbetle doldurmaktır kalpleri. Merhamet; sadece kötülüğe karşı olmak değil, iyilikle buluşturmaktır bütün insanları, ilgi ve sevgiyle yeşertmektir bütün umutları.

İnsan, her şeyden önce kendisine, ailesine, çevresine ve tüm mahlukata merhamet etmelidir. Allah Resulü (S A.V) bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır:

“Siz yerdekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin.

Ancak, ne acıdır ki şiddet sarmalının her tarafı kapladığı, merhametsizliğin oldukça yaygınlaştığı günler yaşıyoruz. Nice insan, kin, nefret ve öfkesinin esiri olmuş, merhamet duygusunu kaybetmiş durumda. Bu sebeple de her geçen gün toplumda, nice yuvalar dağılmakta, sudan bahanelerle nice canlar hayattan koparılmaktadır. 

Bizler, rahmet elçisi Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’in ümmetiyiz. Merhameti kendisine rehber edinen bir medeniyetin temsilcileriyiz.

Bize düşen; anne babamıza “Öf!” bile dememek, onların üzerine rahmet kanatlarımızı germektir. Eşimize sevgi ve muhabbetle, çocuklarımıza ilgi ve şefkatle muamele etmektir. Akraba ve komşularımızla iyi ilişkiler kurmak, güven ve huzurun teminatı olmaktır.