Filipinler-Moro çatışmasında 1970’lerin ortalarında başlayan müzakere süreci, 2014’te kapsamlı barış anlaşmasının imzalanmasıyla nihayete ermiştir.

Güneydoğu Asya’nın en uzun süreli silahlı çatışmalarından biri olan Filipinler-Moro çatışması çok sayıda insanın ölümüne, yaralanmasına ve yerinden edilmesine yol açmıştır. Sosyo-ekonomik eşitsizlik, etno-dinsel ayrımcılık, siyasal temsil eksikliği gibi sorunların yanı sıra topraksızlaşma/mülksüzleşme sorunu çatışmalara kaynaklık eden yapısal faktörlerdir. Toprak ile kimliğin iç içe geçtiği bir örnek olması itibariyle barışın inşası ve sürdürülmesi oldukça zor olmuştur.

Dünyanın farklı bölgelerinde çok sayıda barış süreci yürütülmüş ve yürütülmektedir. İsrail-Filistin, Afganistan, Kamboçya, Myanmar, Açe, Nepal, Sri Lanka, BosnaHersek, Bask, Kolombiya, Kuzey İrlanda, El Salvador, Liberya, Sudan, Güney Afrika, Somaliland bölgesi, Suriye ve Türkiye bunlar arasında öne çıkanlarıdır.

BARIŞ İNŞAASI 

Barış inşası (peace-building) savaşa yol açan nedenlerin ortadan kaldırılması ve savaşa alternatif bir yol olarak toplulukların bir arada barış içerisinde yaşamasını mümkün kılacak bir yapının oluşmasını sağlayan faaliyetleri içermektedir

1992’de BM Genel Sekreteri Boutros Boutros-Ghali, Güvenlik Konseyi’ne sunduğu raporda barış inşasını, “bir çatışmanın yeniden başlamasını önlemek için barışı güçlendirme ve sağlamlaştırmaya yönelik yapıları belirleme ve destekleme eylemi” olarak tanımlamıştır.

OLGUNLUK TEORİSİ

Çatışma sürecinde barış müzakerelerine başlamanın hangi koşullarda mümkün olduğuna dair olgunluk teorisi.

Olgunluk Teorisinde, iki değişken düzeyi önem arz eder. İlk değişken düzeyi olarak bir çatışmada taraflar arasında ‘karşılıklı katlanılmaz maliyet’ (mutually hurting stalemate) olması ve tarafların bir ‘çıkış yolunun bulunduğu algısı’na (sense of a way out)  sahip olmaları gerekmektedir.

Taraflar şiddeti sona erdirmek ve anlaşmaya varmak için içtenlikle müzakere masasına oturmalıdırlar. Tarafların zafer elde etmelerinin mümkün görünmediği, her iki taraf için de çatışmanın yarardan çok zarar verdiği ve çatışmanın çıkmaza girdiği, kilitlendiği durumu ifade etmektedir.

Taraflar arasında çatışmaya devam etme motivasyonu çekiciliğini kaybetmeli ve mevcut durumu sürdürmenin maliyeti karşılanamayacak düzeyde olmalıdır.

Taraflar arasında çatışmaya devam etme motivasyonu çekiciliğini kaybetmeli ve mevcut durumu sürdürmenin maliyeti karşılanamayacak düzeyde olmalıdır.

İkinci olarak, taraflar arasında müzakereler neticesinde ulaşılacak çözümün temel ihtiyaçları karşılayacağı algısı hâkim olmalıdır.

İkna ise üçüncü tarafların çatışan tarafları müzakerelere başlaması yönünde etkilemeleri veya çeşitli yöntemlerle (askeri müdahaleler, ekonomik, finansal yaptırımlar, baskı vs.) koşulların olgunlaşmasında etkili olmaları anlamındadır.

Ontolojik Güven(siz)lik

Ontolojik güvensizliğin farklı çatışma bağlamlarında barış süreçlerinin başarıyla sonuçlanmasını nasıl engellediği. Bu çerçevede İsrail/Filistin Sorunu, Kıbrıs Sorunu, Türkiye’de Kürt Sorunu,Kuzey İrlanda Barış Süreci, Finlandiya ile İsveç arasındaki Åland Adaları İhtilafı ve Finlandiya ile Rusya arasındaki Karelya İhtilafı gibi.

Filipinler-Moro Çatışmanın süresi, askeri operasyonların ve şiddet eylemlerinin sıklığı, kullanılan silahların niteliği, ölü ve yaralıların sayısı, sivillerin yerlerinden edilmesi ve toprak kontrolleri diğer kriterler arasında sayılabilir.

Filipinler-Moro çatışmasında farklı veriler dikkate alındığında, 100 ila 200 bin arasında insanın öldüğü ve 1,5 milyondan fazla insanın yerlerinden edildiği tahmin edilmektedir.

Filipinler-Moro Barış Süreci

Yaklaşık kırk yıl devam eden müzakere sürecinde belirli meselelerde anlaşma sağlanamamış, süreç çıkmaza evirilmiş ve çatışmalar sürekli devam etmiştir.

Moro ulusal mücadelesinde çok sayıda grup ve fraksiyondan bahsedilse de meşruiyet, güç ve sosyal taban açısından MNLF ve MILF ön plana çıkmaktadır. MNLF etnomilliyetçi boyutu, MILF ise İslami gelenek,

Filipinler-Moro barış sürecinde müzakereler bir yandan MNLF (1975-1996), diğer yandan MILF (1997-2014) ile yürütülmüştür.

Moro kurtuluş hareketlerinin üç temel konuda taleplerini dile getirdikleri görülmektedir.

Bunlar;

1.Atalara ait alan olarak görülen vilayetlere ve şehirlere tam özerklik verilmesi,

2.Filipinler Silahlı Kuvvetleri’nin bölgeden çekilmesi ve bölgedeki güvenlik personellerinin çoğunun Bangsamoro güçlerinden oluşması 

3. özerk bölgenin hükümet yetkililerinin MNLF/MILF tarafından aday gösterilerek seçilmesi

Siyasi, idari, hukuki ve belli ölçüde ekonomik özerklik talepleri, Moro halkının varoluş ve kimlik kaygıları ile bağlantılıdır. Dolayısıyla sorunun çözümü noktasında verilecek tavizler kimliğe yönelik saldırı olarak algılanmış ve şiddet eylemleri meydana gelmiştir.

Filipinler hükümetleri ise bu durumu ülkenin egemenlik ve toprak bütünlüğü açısından tehdit olarak görmüştür. Sorun zamanla güvenlikleştirme ve militarizasyon süreçleriyle girift bir hal almıştır.

1975’te ilan edilen ateşkes sonrasında MNLF kendi kaderini tayin hakkı, Filipinler hükümeti ise toprak bütünlüğünün ve egemenliğin korunması temelinde müzakerelere başlamışlardır. 23 Aralık 1976’da imzalanan Trablus Anlaşması’nda, “Bangsamoro anavatanı” olarak görülen 13 vilayete özerlik verilmesi kabul edilmiştir.

20 Ocak 1977’de taraflar arasında imzalanan ateşkes anlaşması sonrasında, 25 Mart 1977’de ‘1628 sayılı bildiri’ ile Güney Filipinler’de özerklik ilan edilmiştir.

MNLF üyelerinin sivil hayata dönmelerini sağlamak üzere af konusunda ‘497 sayılı Başkanlık Kararnamesi’, yerinden edilmiş sivillerin geri dönüşünü hızlandırmak için de ‘516 ve 541 Başkanlık Zabıt Kararları’ çıkarılmıştır

Üçüncü taraf (third party) olarak sürece dâhil olan İslam Konferansı Örgütü (İKÖ, sonradan İslam İşbirliği Teşkilatı) üyelerinin Filipinler hükümetine yönelik petrol ambargosu tehdidi müzakerelerinin başlatılmasında dış aktörlerin rolünü göstermesi bakımından dikkat çekicidir.

SONUÇ

Halklar ve toplumlar arasında bir arada yaşamın mümkün kılınması, ortak geleceğin tasavvur edilmesi ve barışın inşa edilebilmesi için, düşmanlıklara ve çatışmalara yol açan yapısal faktörler tespit edilmeli, bunlara dair çözüm önerileri sivil toplum nezdinde gündeme getirilmeli ve tartışılmalı, sorunun taraflarının temel talepleri karşılıklı olarak optimum düzeyde kabul edilinceye kadar müzakerelere devam edilmeli, bu süreçte çatışmaların yeniden başlamasını önleyecek etkin ve somut kurumlar ve ekipler oluşturulmalı, diğer devletler ve uluslararası örgütler kolaylaştırıcı rolleriyle süreçte yer almalıdırlar.

Çözüm herkes için olmalı, herkesi kapsamalıdır. Aksi takdirde tek taraflı çözümler, düşmanlıkların ve öfkenin artmasına yol açacaktır. Temel meselelerde anlaşma sağlanamadığı müddetçe barış süreci hantal ve ağır işleyecektir.

Barış süreçlerinde sorunun taraflarının temel taleplerine bilhassa dikkat edilmelidir. Zira talepler o grubun, halkın ya da topluluğun kimlik unsurlarını içerisinde barındırmaktadır. Taleplerin yerine getirilmemesi, ertelenmesi veya göz ardı edilmesi kimliklerin reddini de beraberinde getirmektedir. Bu ise ‘ontolojik güvensizliğe’ neden olmaktadır. Çözüm, sorunun herhangi bir tarafının kimliğini zedelemeyecek şekilde olmalıdır. Herkes tarafından kabul edilebilecek çözüm, kimsenin kimliğini reddetmeyecek çözümdür.

Filipinler-Moro çatışmasına kaynaklık eden pek çok faktör olsa da atalara ait alan meselesi çözümün önünde temel engeli oluşturmuştur. Geçmişte belirli bir devlet tecrübesine sahip olan Moro halkı için atalara ait topraklar kimliklerinin parçasıdır. Bu alanlara sömürge yönetimlerinin politikaları neticesinde başka bölgelerden gelen halkların yerleşmesi ve giderek azınlık durumuna düşmeleri bir varoluş kaygısına yol açmıştır.

Moro halkının topraksızlaştırılması/mülksüzleştirilmesi sadece sosyoekonomik yaşamlarını değil, aynı zamanda kimliklerini de tehdit edici boyuttadır. Bu bakımdan kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde MNLF ve MILF bünyesinde silahlı mücadele başlamıştır. Ancak bu talebi, ülkenin toprak bütünlüğüne ve egemenliğine yönelik bir tehdit olarak gören Filipinler hükümetleri sorunu güvenlikleştirmiş ve askerileştirmiştir. 

Müzakerelerde en zor konuları özerk bölgenin sınırları ve statüsü ile referandum oluşturmuştur. Hangi vilayetlerin özerk bölgeye dâhil edileceği, güç ve servet paylaşımının nasıl yapılacağı ve referandumun yapılıp yapılmayacağı konuları müzakere sürecinin temel tartışma konularını oluşturmuştur.

Moro kurtuluş hareketleri atalara ait alan olarak görülen toprakların anlaşma veya başkanlık kararnamesi ile özerk bölgeye dâhil edilmesi, Filipinler hükümetleri ise bölgede yapılacak referandum sonucunda belirlenmesi konusunda ısrarcı olmuşlardır. Bu vilayetlerde çoğunluğu oluşturan Hıristiyan göçmenler ve Lumadlar Müslümanların hâkim olduğu bir siyasi sistemin içinde yer almak istemediklerinden tüm oylamalarda hayır oyu vermişlerdir.

Morolular ise referandumları boykot etmişlerdir. Bu durum en önemli talebin gerçekleştirilmemesi nedeniyle barış sürecinin temel çıkmaz noktasını oluşturmuştur. Çatışmalar sonucu ölümler, yaralanmalar, yerlerinden edilmeler meydana gelmiş, düşmanlıklar ve nefretler artmış, travmatik durumlar yaşanmıştır. Bu durumun üstesinden gelebilmek için kuşkusuz uzun yıllar toplumsal rehabilitasyon gerekir.

Filipinler-Moro örneğinde çözüm ‘genişletilmiş özerklik’ temeline dayanmaktadır. Taraflar güç paylaşımı konusunda anlaşmaya varmış ve atalara ait alan meselesinde orta yolu bulmuşlardır. Anlaşmaya varmalarında karşılıklı katlanılmaz maliyet yaşamalarının ve üçüncü tarafların rolü ile bir çıkış yolunun bulunduğu algısına sahip olmalarının yanı sıra taleplerin karşılıklı olarak optimum düzeyde kabul edilmesi önem arz etmiştir. Dolayısıyla tarafların ‘ontolojik güvenlik’ elde etmeleri, varoluş kaygılarının giderilmesi ve kimliklerin tanınması noktasında karşılıklı talep dengesi dikkate alınmalıdır.

KAYNAK: İbrahim KUMEK / FİLİPİNLER MORO ÖRNEĞİ